Friday, March 30, 2007
HAYIRLI CUMALAR VE KANDİLLER
Süfyan-ı Sevri hazretleri anlatır:

Kâbe’yi tavaf ederken, her adımda salevat okuyan birini gördüm.
Ona :


-“Sen gerekli duaları bırakıp hep salevat okuyorsun. Her yerde okunacak dua var “dedim.

-“Sen kimsin” dedi.

Ben de kendimi tanıttım.

-“Sen avamdan değilsin, âlimsin, sana anlatayım”diyerek başladı:

Babamla Beytullaha gitmek üzere yola çıkmıştık. Yolda babam hastalandı.Onu tedavi etmek için epey uğraştıysam da babam vefat etti.
Baktım, ölünce yüzü karardı. Yüzünü kapattım. Yanında uyuya kalmışım. Rüyamda öyle bir zat gördüm ki,ondan daha güzel yüzlü hiç kimse görmemiştim.


Çok güzel kokuyordu. Babamın yanına geldi. Yüzündeki örtüyü kaldırıp elini babamın yüzüne sürdü.Babamın siyah yüzü nurlandı,bembeyaz oldu. Bu zâta kim olduğunu sorunca,

-“Ben Resulullahım. Baban, ömrünü boşa harcadı.Fakat bana çok salevat okurdu, şimdi sıkıntıda olduğunu bildirdiler, kendisi de benden yardım istedi. Çok salevat okuyan mümine ben elbette yardım ederim” buyurdu.

Uyanınca babamın yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm. İşte bu yüzden her yerde Peygamber efendimize(sav) çok salevat okuyorum.

Herkesin bir SUVEYDA'sı vardır.
Yani kalbin en derin noktası.
Ve oradan edilen dualar zaten içtendir ki, bunda şüphe olmaz mutlaka adresini bulur.Binlerce fazilet ve hayır sunulan böyle bir gecede bizde en içten dualarımız edelim, mutlaka yerini bulacaktır.
Kainatın en güzel GÜL ünün kokusunu alabilmek umuduyla.....
Dualarımızın kabulu temennisiyle...ki er veya geç kabul olur.

CUMANIZ VE KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN…



Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤12:05 AM   9 comments
Wednesday, March 28, 2007
HÜZNÜN SEMALARINDA
“Gözlerimin önünde hep aynı beyaz ev.
Her dağ yamacına kurduğum,
Beliren her su kenarında,
Pembe damlı, yesil pancurlu, balkonlu,
Balkonuna tırmanan sarmasık.
Gece, pencerelerinden sızacak ısık,
Kışın tütecek bacası.”

...diyor Ziya Osman Saba, belki de hayalindeki evi canlandırırken.Türk filmlerinden kalma hep pembe panjurlu bir ev hayali olmuştur.Bir bahçesi, çiçekleri, kapısında dolaşan birkaç hayvan, oynayan çocuklar ve bahçesinde erik ağaçları.Kimin hayallerini süslemezki, tasvir edilen bu hayal.

Nice zamanlar vardır ki, hatıralarımızda en güzel yerleri teşkil ederler.Hatırlandığı an, tebessümüyle beraber hüznüde beraberinde bırakır.İşte bu anlardan biri de bu resim olsa gerek.Son defa bu haline şahit olacağım resimlerden biri ve zaman gelecek o da hatıralardaki arşivlerde çoktan yerini almış olacak.

Burası çok sevdiğimiz bir dostumuzun evi.İçerisi ise hiçbir şeyin yerini dolduramayacağı hatıralarla dolu. İnsanları toplayan, birleştiren, bir arada olmasına zemin hazırlayan en güzel mekanlar evlerdir.İşte bu evde kaynaşmayı, toplanmayı en güzel şekilde yerine getirdi her zaman. Şimdi yıkılmak için gün sayıyor.

Sadece ev mi yıkılacak, sadece betonlar mı düşecek?Elbette ki hayır.Bir daha orada oturma isteğimiz, balkonda gülüşmelerimiz, içeceğimiz çaylar, yiyeceklerimiz, koşturmalarımız, yapacağımız süprizler yıkılacak daha bir çok isteğimizin yanında.

“Gelemem” dediğim halde “geleceksin” diye sürükleye sürükleye götürdüğü o eve gidemeyeceğiz artık.Bütün kafelere inat adını verdiğimiz “çardak kafe’miz” de oturamayacaz artık.Kapış kapış yediğimiz, her defasında beni götürmek için, benim bir türlü hayır diyemediğim, seninse hep koz olarak kullandığın kaymakları yiyemeyecez artık.”Ne kadar dik bu merdiven, bir gün buradan düşecem” demiyecem artık ve sende “korkma bişey olmaz” diyerek karşılık vermeyeceksin.Balkona yeşillik kokusu gelmeyecek ve yayıla yayıla saatlerce oturduğumuz o mekanda hayatın dalgasını geçemeyeceğiz.

Ve bu bahçe.
Oturduğumuz, piknik yaptığımız, dut sirkelediğimiz, ağaca çıksak mı çıkmasak mı diye tereddüt ettiğimiz, koşturduğumuz, telefon açıp bana nispet yaparcasına “Süveyda , hadi gel, bahçede çay içelim” dediğin bahçe.

Şimdi o bahçeden geriye kalan yıkık dökük toprak parçaları.Ağaçlar kesildi, etraf yıkıldı ve içinde yaşananlar çoktan hatıra oldu.Şimdi sıra “perili köşk” diye dalgasını geçtiğimiz “konak” diye havasını attığımız içi sıcacık anılarla dolu, bıraktığı bir kış hatırasıyla soğuk bir resimle yıkılmak için takvim yapraklarını sayıyor.

İnsan mekanlara da alışırmış, hele ki bunlar dost mekanları ise. “ Gönül ne kahve ister, ne kahvehane, gönül hoş bir sohbet ister, kahve bahane” sözünü çok güzel uyguladık biz bu mekanda.

Gecenin herhangi bir saatinde, en olmadık zamanlarda “ben gelmiyorum” dediğim zamanlarda bile, annemin “gene mi oraya gidiyorsunuz?” lafları arasında kendimizi orada bulduğumuz, mutlu olduğumuz, gülmekten midemize ağrılar girdiği, ağladığımız, kızdığımız, oynadığımız, müziğin sesini açıp anneni çıldırttığımız o zamanlar artık mazide. Hatırlayacağım o kadar anı var ki.Bu ev, bu bahçe her şeyden öte onca insanı birleştiren bir saraydı gözümüzde.



Ve son söz dostum;
Biliyorsun ki aslında bu evin yıkılmasıyla en az senin kadar üzüleceğimi ve biliyorsun ki, yaşattığınız bu güzellikler için ne yaparsam yapayım teşekkür edemeyeceğimi.
İyi ki varsın.
...ve bitişi yine Ziya Osman Saba’ya bırakıyorum.
" Hiç olmazsa unutmamak isterdim.
Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar...
Yalniz birakmayin beni hatiralar.
Az yanimda kal çocuklugum,
Temiz yürekli uysal çocuklugum...
Ah, ümit dolu gençligim, "

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤9:16 AM   8 comments
Tuesday, March 27, 2007
SÜVEYDA ÇOK ÜZGÜN ::((((

Lüffen bana yardım edin…
Ne olursunuzzzzzz….

Sevgili arkadaşlar,dostlar,beni seven, sevmeyen herkese duyurulur.Ne olur bana kulak verin.Başım büyük bir belada.Eğer bana yardım etmezseniz daha da belaya girecek.

Aslında bunu anlatıp anlatmama konusunda çok tereddüt ettim ama hani belki dedim, belki bana da yardım edecek biri çıkar karşıma.

Dost dediğin kara günde belli olurmuş.Bende bu sayede gerçek dostlarımı görmüş olacağım.Bu konuda kimseyi zorlamak istemem ama eğer bana yardım ederseniz inanın çok mutlu olacağım ve bu yardımınızı ömrüm boyunca unutmayacağım.

Artık konuya gelme vakti.Aslında o kadar çekiniyorumki bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama anlatmak zorundayım. Acilen bir çözüm bulmak zorundayım.

Sevgili arkadaşlar açıkçası çok kötü maddi sorunlar yaşıyorum.Kim yaşamıyor ki dediğinizi duyar gibiyim.Haklısınız ama benim dururum inanın çok kötü.Acil bir çözüm bulmazsam her şey daha da kötü olacak.ne yaptıysam kurtulamadım.Bende son bir çare olarak burasını düşündüm.

“Evimde sadece şahsıma ait olan eşyaları satmaya karar verdim.”Ben bu eşyaları evimizin arka bahçesine dizdim.Aşağıdaki linkte de fotoğrafı var.

Hangisini almayı karar verirseniz buraya yazın ben size telefon numaramı vereceğim.Oradan bana ulaşabilirsiniz.Kontürüm bile yok ki ben arayayım :((((((

Sizlere güveniyorum.Beni yarı yolda bırakmayacağınıza inanıyorum.Az çok beni tanıyorsunuz, bana yardım edeceğinize ve bu eşyalardan birini satın alacağınıza inanıyorum.Kimseden karşılıksız yardım istemiyorum, satışa çıkardığım eşyalardan birini veya bir kaçını almanız benim için yeterli olacaktır.

Dört gözle sizi bekliyorum.

Şimdiden herkese teşekkürler…

işte link bu...

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:51 AM   16 comments
Sunday, March 25, 2007
BULUTLAR GEÇERKEN...
Rüzgarların kanadına tutunmuş,
Bulutlar pürtelâş, nere gidiyor.
'Yağmur başına arş' emrine uymuş,
Katar katar, sıra sıra gidiyor.

Abdil Yıldırım

Kestik artık umudu
yağmurdan
yürek biçimini
alsa da gökyüzündeki
küçük bulut
Sunay Akın


Bakıp imreniyorum akınına
Şehrin üstünden geçen bulutların.
Belki gidiyorlardır yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.
Evler, ağaçlar, sular, ben ve bu an
Sanki bulutlarla bir, akıyoruz;
Ahmet Muhip Dranas



Ne oldu ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar, taşlar
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar....
Arif Nihat Asya


Dün pembe bir bulut geçti
Üstümden sonra bulutlar geçti
Peş peşe geçti üstümden
Ahmet Sedat Kurt



Süt beyaz bir martıyım açıklarda
Gemilere ben yol gösteriyorum,
Buğday ve ilaç yüklü gemilere
Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
Bir süzülüşte vatanım dalgalar!
Cahit Sıtkı Tarancı


Kökleri kenetlenmiş
Asırlık iki ağaç
Biz bizden kaçamayız
Kaçabilirsen kaç
Gök bulutsuz
Deniz kumsuz
Gönül sizsiz Olur mu
İlhan İrem

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:09 PM   15 comments
Saturday, March 24, 2007
TERK-İ DİYAR

Sevgiyi yaratıp, sevmeyi kalbimize koyanı sevemediğimizden, bütün güzelliklerin kaynağına eremediğimizden, o Vedûd isminin sahibi tarafından “Sevgilim” hitabına eren “Sevgililer Sultanı” nın yoluna gönlümüzü seremediğimizden, bir nadide duygu daha diyarımızı terkediyordu.Aşk, biz “yanlış sevdikçe” soysuzlaşıyordu…

Cihat Zafer

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤12:11 AM   4 comments
Friday, March 23, 2007
HAYIRLI CUMALAR
Allah’ım,

Sana tutunuyorum,

Kimsenin yere atmasına izin verme beni.

(Sadi)

CUMANIZ MÜBAREK OLSUN...

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤12:17 AM   11 comments
Wednesday, March 21, 2007
MUHABBETE LİMON SIKILDI ;)


Telefon çalar.

Suveyda: Efendim.
Hamide: Süveyda klavyem bozuldu nasıl düzeltiyorduk bunu?

Süveyda: Öyle kolay söyleyemem.Bilgi bedava değil.
Hamide: Ya sus.Ne istiyon söyle çabuk?

Süveyda: Jelibon, eti puf, eti cin,halley,dondurma, bonibon
Hamide: Tamammmmmm

Süveyda: Dur daha bitmedi.
Hamide: Söyle ha söyle başımın belası.

Süveyda: Sinir yok sinir yok.Sakin sakin anlaşacaz.
Hamide: Sen benim yanıma gelmeyecen mi?

Süveyda: Tehdit yok.Yoksa söylemem.
Hamide: Tamammm, tamammmm

Süveyda: Peki.Çikolatada istiyorum, karamelli karamelli, bi de renkli şekerlerden.bide cips
Hamide: Tamam yahu tamam ne istersen alacam.Bir söyle şunu nasıl yapacaz.

Süveyda: Tamam söylüyorum, ne acele ediyon.
Hamide: Offf offff

Süveyda:Oflama. Bak şimdi klavyede tuşlar olacak.Karıştır onları düzelir.
Hamide: Bir daha sana işi düşenin.

Süveyda:Ararsın gene işin ne
Hamide: Sen ölmekle bayılmayı karıştırıyon.

Süveyda: Bak hele gene tehdit ediyor beni.
Hamide: Söyleyecek misin artık?

Süveyda: Tamam tamam, hadi acıdım sana.Şöyle şöyle yap düzelir.
Hadi teşekkür et bana şimdi.
Hamide: Teşekkür mü , sen benim yanıma gelmeyecen mi?

Süveyda: Ben gelemem, sen al onları yolla bana.
Hamide:Tamam düzeldi.

Süveyda: Tamam, hadi markete git şimdi.
Hamide: Çatttt.
Süveyda: Yüzüme kapattı ne ayıpp


Sonuç: Meraklısına duyurulur, Süveyda bunları aldırdı, aldığı bir kaç darbeyle beraber.

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤10:12 AM   6 comments
Tuesday, March 20, 2007
YEŞİLLİK DÜNYASINDAN

Annem evimizi ormana çevirmiş durumda.Hani Karadeniz Bölgesi’nde yaşamıyor olsak bir nebze anlamaya çalışırım ama kadındaki yeşillik tutkusunu daha anlayabilmiş değilim.Orman derken ağaç ta dikmedi canım ama her tarafı çiçeklerle doldurmuş durumda.Oldum olası annem çiçeklere çok hassas davranmıştır.

Biz çocukken, ki hâlâ da öyledir çiçeklerin yanından geçerken bir tedirginlik yaşarız.Çünkü bir yerine sürtünüp yaprağını kırmayalım, çiçeği düşürmeyelim diye.Annemdeki bu hassasiyeti bildiğimiz için bizlerde daha dikkatli oluruz.Fakat her zaman talih bizden yana olmuyor.

Daha 10-11 yaşlarında idim, kardeşimle evde koşturuyorduk ve annemin özene bezene baktığı çiçeğe doğru ben bir yastık fırlatarak yaprağını koparmıştım.Hedefim kardeşimdi ama yanlış adrese gitti yastık.O an yaşadığım korkuyu anlatamam.Çocukluk işte.Sanki annem beni yeşillik için öldürecekti.Bir çiçeğe zarar verdiğimiz için annemin dayak vukuatı hiç görülmemiştir ama o korku bana yetmişti.Kardeşimle hemen oynamayı bırakıp operasyona girişmiştik.Yaprağı iğnelerle tekrar üstüne monte ettik.Çiçeği de duvara doğru çevirince annem uzun zaman anlamamıştı.Gel zaman git zaman böyle devam etti, sonra ortaya çıktı ama ne bizde korku kalmıştı, ne de annemde kızacak bir hal.Güleceğimiz bir anı olarak hatıralarda yerini almıştı çoktan.İğneleyip iliştirdiğimiz yaprak dört-beş sene üzerinde kaldı sonunda dayanamadı düştü.Enteresan bir durum o yaprağın düşmesi bana hep ölümü çağrıştırırdı.

Şimdi koşup oynamıyoruz ama (arada oluyor bazan, istisnalar kaideyi bozmaz:) )yanından geçerken dikkatli geçiyoruz.Kadıncağız bizi öyle korkutmuş olsa gerek ki, yaş kaç olmuş aynı tasayı taşıyoruz.Hadi biz neyse de abimin sigara küllerini saksıya boşaltmasını ve üstünü toprakla kapatmasını daha ispiyonlamadım.Bu elimde koz olarak bulunsun diyecem ama sanırım annem anlamıyorum ayaklarına yatıyor.Cin gibi kadın, anlamaz mı?Gerçi bazan bende içemediklerimi gizli gizli döküyorum ama ben dikkatliyim bu konuda.Yakalayamaz beni.Onun için mutlaka her evde canlı çiçek olması gerektiğini düşünürüm.Bitirmekte güçlük çektiğiniz bir şeyi farkettirmeden dökebilirsiniz.

Şimdiki yeşillik az bile aslında evimizde.Önceden evde bunlar yüzünden geçecek yer yoktu.Kendimizi balta girmemiş amazon ormanlarındaymış gibi hissederdik.Ev değil orman sanki mübarek.Bir tarzanımız bir de jeynimiz eksikti.Ata ata, dağıta dağıta bir sürü kaldı gene elde.

Şimdi su dökmek sorun değil bunlara fakat pislenince yapraklarını tek tek sileceksin.Her silme vakti geldiğinde kaçacak yer ararım.O anda evimizde rasgelen bir çocuk varsa hiç kaçırmadan bu fırsatı değerlendirir ona yaptırırım, o da olmazsa şükürler olsun elde bir kardeş var.Selma seni seviyorum, sanma ki çiçek için.
Ben kendimi bildim bileli var bu çiçek.Uyuyor büyüyor, bakalım nereye kadar gidecek.
Ben ölürüm, buna gene bişey olmaz.

Bitkilerin her şeyden etkilendiğini söylerler.Düşünüyorum da bizimkisi ne kadar çok olaya şahit oldu, sevincimizde de orday dı, üzüntümüzde de.Hayatımıza bir şahit yazdırılmak gerekiyor ise, yazıyorum seni şahit en başa…

Labels: ,

posted by suveyda @ Permalink ¤10:31 AM   10 comments
Monday, March 19, 2007
GENÇLİĞE ÇANAKKALE ŞUURU
Eğitim alanında uzman Japon heyeti, zamanın Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler'in de içinde bulunduğu bir heyetle Başbakan Turgut Özal'ın huzuruna çıkar ve davet üzerine geldikleri ülkemizde inceledikleri eğitimimizin gençlerimiz üzerindeki verimsiz sonuçlarını şu soğuk cümle ile ifade ederler:

-Gençlerinizde milli şuur eksiktir! Bu eğitimle gençlerinize milli şuur vermeniz de mümkün değildir!.

Şok etkisi yapan bu tespitten sonra sorular arka arkaya gelir.

-Siz Japonlar gençlerinize milli şuuru nasıl veriyorsunuz, nasıl bir eğitim programı uyguluyorsunuz? Bizimkinden çok mu farklı?.

Japon heyetinin sözcüsü şu bilgiyi verir:

-Biz der, eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Önce çocukları uçak kadar hızlı giden trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyi gösterir, robotlarla çalışan dev fabrikalarımızı gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şoke olan çocuklarımıza deriz ki:

-İşte gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi sizin atalarınız yaptı. Eğer siz daha çok çalışırsanız daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha modern fabrikalar kurarsınız...

Sonra çocuklarımızı Hiroşima ve Nagazaki'ye götürüp düşmanın harap ettiği bölgelerimizi gezdirir ve bu defa da deriz ki:

- Bakın, eğer siz birlik beraberlik içinde çalışmazsanız, işte düşmanlar sizin ülkenizi yakar, yıkar, bu hale getirirler. Ama birlik beraberlik içinde çalışırsanız, güçlü olursunuz, düşmanlarınız size saldırmaya cesaret edemezler. Artık birlik beraberlik içinde çalışmak ve çalışmamak konusunda kararınızı siz verin...

Bu örneklerle çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışan bir Japon genci olma yolunda milli bir şuur ve heyecanla okumalarını sürdürürler..."

Japonların bu tespitlerini sundukları sırada geriden bir ses duyulur:

-İyi de bizim sizin gibi Hiroşima ve Nagazaki'miz yoktur ki.. demek isterler.

Japon eğitimci hemen cevap verir:

-Sizin Hiroşima ve Nagazaki gibi yerleriniz bizimkilerden çok daha etkilidir, dedikten sonra şunları ilave eder:

-Bir metrekareye bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi'nin kazanıldığı tarihî savaş alanları sizde. Çocuklarınızın ve gençlerinizin şoke olması için yeter de artar bile. Dünyanın en gelişmiş ve güçlü ordularına karşı Türkler olmazları olduruyor ve bütün dünyayı hayretler içerisinde bırakan bir zafer kazanıyorlar. İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin milli şuur kazanmalarına yetecek örneklerle doludur. Bu sebeple gençlerinizi Çanakkale'ye götürüp gezdirmelisiniz. Bölgeyi bilerek gezmeli, atalarının ne olmazları başardığını gururla görmeli, iftiharla öğrenmelidirler..

Daha sonra onlara demelisiniz ki:

-Sizler de birlik beraberlik içinde çalışmazsanız, düşmanlarınız yine gelirler, Çanakkale'yi işgal etmeye kalkışırlar, yurdunuzda özgür yaşamayı size layık görmezler... Ama çalışır, teknolojiyi yakalarsanız, ülkenizi kalkındırır, ilerleyen ülke haline getirirseniz, düşmanlarınızın sizi etkileri altına alma cesaretleri yok olur. Özgürlüğünüzü korursunuz.. İki büklüm değil, başınız dimdik yaşarsınız!..

Mesaj yüklü birçok olayı 'DESTANLAŞAN ÇANAKKALE' kitabında okuyucusuna duyurmuş bulunan Mustafa Turan Bey, verdiği çarpıcı örneklerle takdire layık bir hizmette bulunmuştur, diye düşünmekteyim.
Ahmet Şahin (zaman)

Labels: ,

posted by suveyda @ Permalink ¤9:20 AM   10 comments
Sunday, March 18, 2007
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

Kaç güneş Çanakkale için doğup battı, kaç gece ay Çanakkale’ye gülümsedi, yol oldu, iz oldu.Yıldızlar kaç defa umut oldu, kavuşma oldu?

Mehmed’in yüzü inadına güldü, gökteki yıldıza inat, doğan güneşe inat kalbi sıcacık, çıkan aya inat yüreği apaydınlık.

Kimler geçmedi ki Çanakkale’den.Kimler can vermedi ki seve seve, hiç düşünmeden, bir anlık bile pişmanlık duymadan, göğsünü gere gere, yüreğini bu vatan topraklarına sere sere kaç kişi kendini feda etmedi ki?

Oğul
“anne beni dönmeyecek say, anne ben gidiyorum düşmana karşı” der.Anası, “oğul ben seni vatana kurban ettim “ diye el sallar arkasından.Geriye bir damla ne gözyaşı düşer, ne bir ah, ne de feryat figan. Yavuklusuna sarılıp “belki dönmem sevdiğim, belki bir daha bu gül yüzünü göremem, sana sarılamam, çocuklarımı bir daha göremem, bu belki son sarılışımdır, ağlama arkamdan gülüm ” diye ayrılan kollar şimdi silah tutmak için vatana sarılmıştı.

Tarife gelmez, anlatmaya dil, dinlemeye yürek dayanmaz neler yaşanmadı ki kafaların, kolların uçuştuğu bu meydanda, bu aşk pazarında.

Arabaya lastik almak için, İstanbul’a geldiğinde gereken parayı ve desteği alamayan Mehmed’in, bir gece oturup bir kağıt parçasına sabaha kadar para şeklini işleyip o tarihe altın harflerle yazılacak sözü yazması , hangi teraziye konulup, hangi sözle tartılabilir ki?
“Bedeli Çanakkale’ de altın olarak tesviye olunacaktır” Altın dediği, Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha değerli kanıydı.Bedeli Çanakkale’de Mehmedin kanıyla ödenecekti.


Ağır kurşun yaraları alan, son nefesini vermeye hazırlanan her asker, arkasında ağlayana “ağlama” derdi.”Niçin böyle ağlarsın, yüreğimi dağlarsın” derdi.Çünkü arzuladıkları bu yolda ölmektir onların, bir de geriye bıraktıkları birkaç cümlelik vasiyetleri vardı; “anamın elini öp, emzirdiği sütü bana helal etsin”.Baş kıbleye döndürülür, en son yanındaki arkadaşının şahit olacağı son bir gülüşle şehadetlerle ruhunu teslim eden Mehmedler onlar.Çünkü anaları onları “minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme” diye uğurlamıştı.Ciğerpareleri son evlatları da olsa, bir an bile düşünmeden cepheye kendileri giydirip göndermişlerdir.O analar ki, eli öpülesi, baş üstünde taşınılası analardır.

Bir silahla iki kişinin savaştığı, bir kol kopunca, ayak kesilince diğerinin el olduğu ayak olduğu savaştı bu.Analar önce Allah’a sonra birbirlerine emanet etmişlerdi onları.Yürek yüreğe, koyun koyuna bir savaştı bu, ellerin, ayakların havada uçuştuğu can pazarıydı.Mataralarda su yerine kan dolduğu, Çanakkale’nin oluk oluk kan aktığı bir savaş.

Fransız, İngiliz generallerinin hayran kaldığı, ülkelerine dönünce iftiharla, gözyaşlarıyla anlattıkları bir savaştı bu.Ömür boyunca unutmadıkları anlar yaşadıkları bir zaman dilimiydi.Türkler onca zarara uğrarken, Mehmedin yüreği dayanamazdı gene bir fransızın sızısına.Öldürmek istediği fransız askerine bile yardım eden türk askeri şu ölümsüz cevabı verir:
"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.Benim ise kimsem yok.İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün". Oysa Türk askerinin yarası , sızısı yok muydu? Fransız askerinden daha fazla hemde.Bir şey vardı, her şey den öte bir şey, yüreği vardı Mehmedin, yüreğine bile sığdıramadığı engin denizler, okyanuslar kadar büyük yüreği.Ölmek ti aslolan fakat asil bir şekilde ölmek, imanla, ölürken bile düşman dahi olsa yanındakini düşünerek ölmek.

Edincikli Mehmet içinden etler sarkmış halde, kolumu kes diye yalvarır komutanına
.”Allah aşkına kes şu kolumu, Allah rızası için” diye yalvarır bütün sesiyle.Bıçak kola değince bir gık sesi bile çıkmaz Mehmedden.”Bu kol vatana feda olsun” diyen bir vatan aşığı koşarak uzaklaşmıştır çoktan, kolu kendisinden önce cennete ulaşmıştır, kendisi vatanın topraklarında yürürken Hakka koşmuştur.Bütün acılar, özlemler, hasret, aşk ve duyup duyabileceği bütün duygular dinmiştir artık, aşkların en güzeline kavuşmuştur.Ateşler içinde yanarken, gül bahçesine dönmüştür yüreği İbrahim (as) misali.İbrahim’in balıkları koşmuştur savaşa, bir el tutabilmek umuduyla, bir saf belirlemek aşkıyla.

Hasan’ın , Hüseyin’in, Ahmet’in savaş umurunda mı? Türkü tutturarak giderler onlar, düğüne gider gibi giderler.
"Pınar baştan bulanır/İner dağı dolanır/Al başımdan sevdayı/Buna can mı dayanır./Rinna, rinna yarim/Rinna, rinna".Sevdiklerine şiirler yazarlardı onlar, türküler söylerlerdi yangının orta yerinde.Bir kıvılcım bile yakmazken, “ah yandım” bile demeden gülümseyerek geçerlerdi ateşin ortasından.İngiliz amiraller “hava bozmazsa iki haftaya kadar İstanbul’dayız” diye mesajlar çekerken onlar duruyorlardı önlerine.”Ancak rüyanda görürsün, ey ingiliz” dercesine gövdelerini, yüreklerini koyuyorlardı can pazarına.Onlar komutanlarından bir türkü daha öğrenmişlerdi: “Çanakkale, Çanakkale / Geliyor düşman hergele / Ölmek varsa da yok kaçmak / Geçilmez bu Çelikkake”

Bir yiğit düşerken vatanın toprağına, bir yiğit daha düşüyor, bir yiğit daha.Düşerken, anam demiyor, yarim demiyor,
“vatanım” diyor.
Bir kurşun alıyor vücuduna, bir daha şahlanıyor köyünde baktığı gözünden sakındığı atı gibi, bir kurşun daha alıyor, bir nefret daha doluyor yüreğine vatanı için düşmanına.Bir bomba patlıyor göğsünde, bir anasının yüreğinde, bir de yarinin yüreciğinde.

Ateşin üstünde yalın ayakla, günlerce yemek adına yenen sadece bir tas hoşafla, ayağına batan dikenlerle, taşlarla düşman üstüne her mermi değişinde bir şehit düşüyor, kanın kırmızılığına.Bir yiğit düşüyor, bin Seyit Onbaşı kalkıyor, omzunda ikiyüzelli kiloluk mermiyle.Alın benden diye, düşman saflarına gönderiyor, unutamayacakları bir hatıra olarak.

Semadan melekler bakıyor şehitlere, kıskanarak, yüzlerindeki tebessüme hayran kalarak.Bir gülücükle giriyorlar mezarsız, mekansız topraklara, koyun koyuna, sarılarak.


Analar kınalar yakıyorlardı oğullarına,
“vatana, millete kurban olsun” diye.Yiğitler adım adım kurban oluyorlardı.Etten duvar oluyorlardı düşmana.Yaşanan manzaralar bir film sahnesine kafa tutarcasına gerçekten de öteydi.Aklın, hayalin almayacağı sahneleri sergileyen baş kahramanlardı onlar.

Şimdi kelimelerin tükendiği, dillerin sus pus olduğu andır.Kalemlerin bunları yazamaz olduğu, akıllarımızın almadığı zamanlardır.Ne kadar şükretsek, ne kadar dua etsek, ne kadar ellerimizi açsak hep bir şeyin eksik kalacağı satırlardır bunlar.Yoklukla, yoksullukla, bileğindeki güçle, yüreklerdeki imanla kazanılan bir zaferin, yaşanılan bir destanın hayretlere düşüldüğü, şaşkınlıkların yaşandığı, aklın fikrin ötesindeki bir algılamadır bu.Elimize bir diken batsa feryatlar ettiğimiz bizlerin anlamakta güçlük çekeceği, sadece ve sadece gözyaşlarımızın eşlik edeceği rahmet pınarlarıdır.

Onların umutları, onların hayalleri yok muydu?Onlar gezip eğlenmek, güzel yaşamak, güzel giyinmek, gününü gün etmek istemezler miydi?.Daha hayatlarının baharlarında onları cepheye sürükleyen, savaşlara koşturan aşk neydi?İki sene üst üste üniversiteler mezun veremedi.Bir nesil Çanakkale’de yatıyor.Kimin için, ne için?Bizler için.Biz daha iyi şartlarda yaşayalım diye, torunlarımız gün yüzü görsün diye, düşmanın eli neslime değmesin diye.Şimdi bizim de durup düşünme vaktidir.Şimdi Çanakkale olan bizim yüreklerimiz , düşüncelerimizdir.Nasıl ki 1915’de geçilmedi bu Çanakkale, bu günde, yarın da geçilmemelidir.Bir “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” gençliği olmalıyız, bir gençlik yetiştirmeliyiz ki “Asım’ın nesli” gurur duysun bizimle.


Allah Çanakkale destanını yazdıranlardan, o yiğitlerden razı olsun.Binlerce fatihalar gitsin ruhlarına.Bizlere, o amansız şartlar altında böylesine cennet vatanı bıraktıkları için, düşmana burayı dar ettikleri için, eğer şu anda huzur içinde nefes alabiliyorsak, yazı yazabiliyorsak, yaşayabiliyorsak ne kadar şükretsek azdır.Anlattıkça kelimeler yazılmaya utanıyor sizleri şehidlerim, hakkını verememekten korkuyor, yaptıklarınızı anlatmaya dil çare olamıyor, yetmiyor susuyor ve susuyor, utanarak susuyor.

Yasinler, Fatihalar gelsin ruhlarınıza, Çanakkale gibi aksın…

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤11:55 AM   8 comments
Friday, March 16, 2007
KARDEŞ SEVGİSİ

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤10:11 PM   5 comments
HAYIRLI CUMALAR...
Abbasi'lerin ünlü halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül Dana (VIII. yüzyıl) dönemin evliyasındandı. Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır, herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı. Ama bunu maksatlı yapardı.

Behlül Dana hazretleri daima Harun Rediş'in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı. Bir gün Behlül Dana hazretleri, üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculukan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid'in huzuruna çıktı.

Harun Reşid sordu:

- Bu ne hal Behlül, nereden geliyorsun?

- Cehennemden geliyorum ey hükümdar.

- Ne işin vardı cehennemde?

- Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim.

- Peki, getirdin mi bari?

- Hayır efendim getiremedim. Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar "Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir" dediler.


CUMANIZ MÜBAREK OLSUN...

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:37 AM   2 comments
Thursday, March 15, 2007
ZİNDANDAN ABİYE MEKTUP
Çok sevgili abimiz,

Gece Selma’nın kontürü bitti, acil lazım oldu, senin telefonundan atacaktık ama birden şarjı bitti ve kapandı.Sonra pin kodunu sorduk ama sen yanlış dedin uyku sersemi.Doğru desen canın çıkardı demi.

Neyse telefon bloke oldu ve çok korktuk.Ama sen korkma puk kodunu bulduk.Onu gir açılır.Affet bizi.

Abilik kolay değil işte ne yaparsın.

Affedersen birimizi ara.Selma’yı ara az yakıyor, benimkisi el yakıyor.

Bizi affedersen eve geleceğiz, yoksa artık gidecek bir yer bulmamız lazım.Bu soğukta nereye gidelim.Küresel ısınma zaten ayrı bir dert.

Acı bize.Unutma mart ayı dert ayı.

Kardeş 1 Kardeş 2
imza imza

Bugün aile meclisi toplanmıştır, infaz kararı çıkabilir, hakkınızı helal edin blog arkadaşlarım, Selma yaktın beni:(((:)))

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤5:31 PM   7 comments
Wednesday, March 14, 2007
MART AYI, DERT AYI
Ne demişler:

“İyi Yemek, İyi Giymek, Mart’ ta Gerek”

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤9:00 AM   12 comments
Monday, March 12, 2007
İSTİKLAL MARŞI 86 YAŞINDA

İstiklal Marşımız, yurdumuzun düşman işgaline uğradığı felaket günlerinde hazırlandı. Saldırgan düşmana karşı Anadolu’da tutuşan heyecanı koruyacak; vatan sevgisini ve inancı canlı tutacak bir marşın hazırlanması düşüncesi, Genel Kurmay Başkanı İsmet (İnönü) Paşa dan geldi. İsmet İnönü böyle bir marşın Fransız ordusunda mevcut olduğunu ve bizim ordumuz için de faydalı olacağını Milli Eğitim Bakanlığına iletti. Milli Eğitim Bakanlığı da bu düşünceyi benimseyip bir yarışma düzenledi. Beğenilen güfte için 500 lira ödül verilecekti.

Yarışma için 734 şiir gönderildi. Bir kurulca bunlar titizlikle incelenip 6 tanesi ayrıldı. Ama hiçbiri beğenilmedi; marş olacak değerde bulunmadı. O zaman Burdur Milletvekili olan Mehmet Akif’in para ödülünden rahatsızlık duyduğu için yarışmaya katılmadığı öğrenildi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi şairin Meclis’teki sıra arkadaşı Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Bey’in yardımını istedi.

Hasan Basri Bey bundan sonrasını şöyle anlatıyor: ‘‘Akif Bey’in yanımda olduğu bir zaman,elime bir kağıt parçası alarak,onun dikkatini çekecek bir tarzda yazmaya başladım.
- Ne yazıyorsun?
- Marş…İstiklal Marşı yazıyorum.
- Yahu sen ne adamsın? Seçilecek şiire para ödülü verileceğini bilmiyor musun? içinde para olan bir işe nasıl katılıyorsun?
- Yarışma kaldırıldı? Seçilecek şiire ne para verilecek, ne de her hangi bir ödül. Milli Eğitim Bakanı bana güvence verdi.
- Ya, o halde yazalım.

İşte böylece yazılmaya başlanan ve 48 saatte bitirilen İstiklal Marşı, imzasız olarak Milli Eğitim Bakanlığının seçici kuruluna sunuldu. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, daha önce seçilen 6 şiirle birlikte yeni şiiri Ordu Komutanlarına gönderdi.

Uzunca tartışmalardan sonra, şiirin kabulü için verilen 6 önerge benimsendi ve İstiklal Marşı çoğunlukla kabul edildi.

Kaynak: hekimce.com

Mehmet Akif’in duasıyla: “Allah bu memlekete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın”

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤6:58 PM   6 comments
HİÇ UNUTULUR MU OKUL YILLARI

Lise yıllarım aklıma geldi.Öğretmenler, arkadaşlar, dersler, muziplikler ve daha niceleri. Hayır olsun, geçen gün rüyamda okula gidiyordum üstelik sınavım vardı ve hiç bir şey yapamıyordum.Elim kolum bağlanmıştı sanki, kabus gibiydi.Uyandığımdaki sevincimi tahmin edebilirsiniz.Hani derler ya, “hayatım bir film şeridi gibi gözümün önüne geldi” diye, işte o misal hepsi düşüverdiler aklıma.Az biraz da onların özlemi olsa gerek…

Bir arkadaş vardı, adı Yaşar’dı.Benim arkamda otururdu, derste zırt pırt çağırırdı, öyle boş boş konuşurdu.Yaşar’a “Yaşar, ormanda ne yaşar?” derdik, garibim “ayı yaşar” derdi.Biz gülerken o da bize eşlik ederdi, hiç bozulmazdı.Derslerine de hiç çalışmazdı, sırf puanı yüksek diye, fen bölümüne gelmişti ki, o zamanlar kendin seçebiliyordun.Arkadaşı “küçük suda boğulacağıma, büyük suda boğulayım” derdi, belki de onun etkisinde kalmıştı.Kazanamadı haliyle üniversiteyi.Aradan birkaç sene geçti bir haber geldi ki “Yaşar mühendislik okuyor”.Yaşar yapmıştı gene yapacağını.

Sonra bir kız vardı.Az biraz çalışkandı.Bir ara benle arkadaşıma dönüp “yahu siz hiç dersten kaçmaz mısınız, kaçın ki torunlarınıza anlatacağınız bişeyler olsun” demişti.Hele o günlere bir geleyim anlatacak şeyleri nasıl olsa bulurum diye düşünüyordum ama kız çoktan kaçmıştı dersten.Arkadaşımla arkasından bakakalmıştık sadece.

Bir kız daha vardı.O ayrı bir alem, benim önümde otururdu.Verilen ödevi yapmaz benim yaptığımı ister vermeyince küser, darılırdı, verince sevinirdi.Ne garip kızdı.

Bir başka kız daha bir alemdi.Liseye yeni başlamıştım.Kızın her şeyde bir fikri vardı, her konuda söyleyecek sözü vardı.Hoca ne sorarsa kızın eli havadaydı.Soru gelince benim kafam artık istemsiz bir şekilde kızın tarafına dönerdi ki eli gene havadaydı.Nasıl olurdu da her konuda bir şey bilebilir diye kendimi yiyordum o zamanlar?Daha sonraları anladım tabiki nasıl yaptığını?Konu hakkında sağlam bir fikri olsun yada olmasın kalkıp birkaç kelime söylüyordu, ardından söylediklerini tekrar ediyordu, hocayla konuşuyordu, laf kalabalığı yapıp böylece bir şeyler söylemiş ve bilgili havası veriyordu.Bense emin olmadığım sürece kolay kolay konuşmazdım.Kızın taktiğini anlamak geç olmuştu ama hayranda kalmıştım.Gerçi daha sonraları o da bıraktı zaten bu tavırlarını, biz de rahatladık o da.Yoksa bütün sınıfın onu boğazlamasına az kalmıştı.Çok sevmiştim daha sonra, o ayrı konu.

Bir erkek arkadaş vardı.Hiç derslerine çalışmazdı fakat zeki bir çocuktu.Genlerinde vardı sanırım.Matematik dersinde allame kesilirdi.İyiydi, hoştu, komikti, dost canlısıydı, geleceği parlak olabilirdi ama olmadı.Bir gün bir silah sesi geldi, duyduk ki kendini vurmuş.Ortalık karıştı, okula gitmek istemedim, nefret ettim her şeyden, sonra bunlar da geçti, ateş düştüğü yeri yaktı, biz gene devam ettik okulumuza, derslerimize ve hayata.

Başka bir erkek arkadaşımız daha vardı.Biz ona endoplazmik retikulum diyelim çünkü biyolojiyi tabiri caizse yutmuştu.Biyoloji konusunda çok iyi yerlere geleceğini düşünüyorduk ama olmadı, çok farklı bir alanda kendine hayat kurdu.Bir de musmuskulusumuz vardı.Az güldürmedi bu Latince bizi.

Herkesten bahsedip sıra arkadaşımdan, çocukluk arkadaşımdan, yıllarımızı beraber geçirdiğimiz dostumdan bahsetmemek olmaz heralde.İlkokul, ortaokul, lise ve şimdiki tarihimize uzanan bir ömür sığdırdık biz onunla.Bir ara gülme hastalığına yakalanmıştık ikimiz.Birbirimizi gördüğümüz anda gülmemiz tutar, merdivene oturur, gülerdik dakikalarca sebepli sebepsiz, karnımıza ağrılar girerdi.Bu böyle olmayacak diye birbirimizden uzaklaşırdık.Çok şey paylaştık biz onunla.Ben o oldum, o ben oldu ve ikimiz bir olduk, tek olduk.Onunda çok güzel hayalleri vardı ama olmadı.Farklı bir alanda hiç hayalini kurmadığı bir hayat kurdu oda.Bunlara rağmen mutlu olması her şeye değer.

Bazan hiçbir şey hayal ettiğimiz gibi olmayabiliyor.Herşeyin düşündüğümüz şekilde gerçekleşeceğini zannediyoruz, ya da zannediyorduk o zamanlar.Kendimiz bir sıra yapıp, o sıranın ilerlemesini bekliyoruz.Karşımıza duvar çıkınca afallıyoruz, şaşırıyoruz, çünkü biz bunu hesap etmemiş oluyoruz.İşte o zaman “hayat budur” diyoruz.Acısıyla tatlısıyla hayat bu.

Şimdi herkes kendine bir hayat kurdu.Kimisi evlendi, kimisi evlenip ayrıldı, çoluk çoçuğa karıştı, işlerini kurdular ve bir şekilde hayata devam ediyorlar.

Beni bunları yazmaya sevkeden aslında o yıllardan sevdiğim bir arkadaşım.Kaç yıldır görüşmemiştik, telefonunu bulup merakla aradım.Evlenmiş, bide çocuğu olacakmış.Karamaça derdik biz ona, o kadar karaydı ki.Görüşelim diyor, seni özledim diyordu telefonda.

Görüşelim ya, görüşelim tabiki.İhmal etmeyelim dostlarımızı, arayalım , soralım, bir yerlerde birinin düşündüğünü gösterelim.Hatırlanmak güzeldir.

Veysel Karani , Sevgililer Sevgilisine (as) gidemediği için üzülürken, Sevgili onun tarafı yüzünü döner rüzgarlar getirirmiş sevgisini, çöller taşırmış özlemini.Serin seher yelleri getirirmiş selamını. Serveri Kainat zaman zaman mübarek yüzlerini Karen taraflarına döndürür ve 'Yemen cihetinden rahmet rüzgarları esiyor' buyururlar.O rüzgar Veysel Karani’nin özlem rüzgarlarıydı ve yerine ulaşıyordu, selam ile geri dönüyordu.

Dünyada en uzun yol, kalp ile beyin arasındaki iken, mesafeler, yollar nedir ki.Ayrılıklara; özlemle, sevgiyle köprüler kurulabilirken uzaklık dediğin nedir ki…

Ve diyorum ki;

Gözden ırak olan, gönülden de ırak olmasın…

Hayırlı Bir Hafta İçin…

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:31 AM   2 comments
Sunday, March 11, 2007
GÜZEL BİR GECENİN ARDINDAN
Uzun zamandır yaşamadığım en güzel gecelerden birini yaşadım dün gece.Prof.Dr Ömer Döngeloğlu’nun katılımıyla çok güzel konferans düzenlendi.Hatırlamakta güçlük çekenler için kısa bir hatırlatma yapayım.Mübarek Ramazan ayında Kanal 7 ekranlarında Eyüp Sultan’dan canlı olarak yapılan programın baş konuğuydu.Hem iftar hem de sahur programlarında evlerimize misafir oluyordu.

Şunu söylemem gerekir ki mükemmel bir hatip.Bu kadar insanları etkilediğini, güzel bir sunumla, duygu yoğunluğuyla kalplere hitap ettiğinin ben bile farkına varamamışım, onca izlememe rağmen.İnsan yakından şahit olunca hem gözüyle hem de yüreğiyle bakabiliyor.

Bütün gece salyasümük olmak da cabası:)Bunu söylemek utanılacak bişey değil, ne güzel ki ağlayabiliyorum.Sürekli bildiğimiz, duyduğumuz, okuduğumuz şeyleri böyle bir duygu yoğunluğunda dinlemek bana çok iyi geldi.Eminim bir çok kişiye de faydası olmuştur.Çok kalabalıktı ve oturacak yer kalmamıştı, ayaklarım çok ağırdı ama kesinlikle değdi.Mükemmel bir organizasyondu.


Bu tür proramlarda dikkatimi çeken hep bir şey vardır.Bir konsere ve benzeri bir yere gidince insanlar oturup rahat dinleyemeyince sürekli şikayet ederler, fakat görüyorum ki gittiğim bu tarz programlarda insanlar yer bulamayıp saatlerce ayakta durmasına rağmen hiçbir şikayette bulunmuyorlar.

“Neler anlatıldı, ne oldu , ne bitti” kısmına gelirsek, aslında o kadar çok şey anlatıldı ki.
1400 sene evvelinden, 1915 Çanakkale’ye ve 2007 günümüze.Öyle anlar oldu ki zaman ve tarih kavramı anlamını yitirdi.
Maddelere indirgeyip hem kendime bir özet olsun, hem de sizlerle paylaşmış olayım.

-Açılışı Çanakkale’den yaptı.Bir kaç hikaye anlattı.Hikaye demek bile abes geliyor dilime.Bir hayat paylaştı bizle.Çanakkale’ye giden bir babanın oğlunun yiyeceklerinin tükenip bakkala veresiye yazdırmaktan artık erzak vermeyen çocuğun hikayesini dinledik.Dönünce ödeyecekti babası ama asla dönmeyecekti.Bakkalda bulunan müderris bir zatın olaya şahit olup “bu çocukların bütün alacağı şeylerin parası Çanakkalede peşin ödenmiştir” diyerek bakkala gereken verdiği dersi anlatmasındaki duygulu anlar anlatılacak gibi değil.

-Peygamberimizin (s.a.v) Hz.Hatice validemizle olan evliliğini anlattı.Bunun yanında kadınlara aslında ne kadar önem verildiğini ve saygı gösterildiğini, el üstünde tutulduğunu anlattı tekrar tekrar.Peygamberimizin (s.av) Hz. Hatice’ye yaptıkları karşısında teşekkür edemediğini, teşekkür için Allah’a nasıl dua ettiğini dile getirdi.
Ve o muhteşem hadise;Allah Cebrail ile Hz.Hatice’ye selam gönderiyor, teşekkürün fevkalade ifadesiyle.Ki direk Allah’ın selamı sadece iki kişiye gönderilmiştir.Biri Hz. Hatice, diğeri Hz.Ebubekir.Çünkü ikiside varını, yoğunu, bütün malını Allah yolunda harcamışlardır.

-Hz.Sümeyye’yi anlattı.Bir çok kişi Allah yolunda şehit olmak için can atarken, ipi nasıl göğüslediğini, şehitlik mertebesine yükseldiğini ve nasıl imrenilecek durumda olduğunu gösterdi.

-Ammar’dan bahsetti.Onunda herkes gibi umutları olduğunu, çok yakışıklı olduğunu, hayalleri olduğunu ve bütün bunları teperek Müslüman olduğunu anlattı.Müşrikler tarafından eziyete uğrayınca, işkence ötesi dayaklara maruz kalınca ağzından olmadık laflar çıkar ve bir daha Peygamber huzuruna gelemez.Utanır, mahçup olur, ağlar, ağlar, günlerce ağlar.Sevgililer Sevgilisi(sav) yanına çağırır, göğsüne yaslar, “senin dilinden ne çıktığı değil, kalbinden ne geçtiği önemlidir” der.Ammar daha fazla ağlar , hıçkırıklar dağları delerken, yüreğine fersah fersah nur dolar.Peygamber Efendimiz (sav) “topuğundan başına kadar bir müslüman görmek istiyorsanız Ammar’a bakın, cennetlerden bir şehit görmek istiyorsanız Ammar’a bakın “ der ve Ammar Sevgilinin göğsünde gözyaşları arasında kaybolur.

-Ukkaşe’yi anlattı.Rasullah’ın Peygamberlik mührünü öpen sahabe Hz.Ukkaşe.Peygamberimizle(as) hakkını arayan Ukkaşe.Herkesin ilk etapta suçladığı, Hz.Ömer’in “sana dünyayı zından ederim, öldürürüm seni” dediği Ukkaşe.Sahabelerin bütün her şeyini feda ettiği, yalvardıkları, kızdıkları, Hz.Hasan ile Hüseyin’in eteklerine yapıştığı,herkesin nefretle baktığı Ukkaşe.Ve sonunda olay aydınlanınca herkesin hayran kaldığı, şaşkın gözlerle baktığı, herkesi hıçkırıklara boğan Ukkaşe.Bütün sahabeleri ağlatan Ukkaşe.

-Bilal’i anlattı.Zenci, kara Bilal’i.Yüreği apaydınlık, bembeyaz Bilal’i.Tekrar Medine’ye dönüşünü, ezanı bitiremeyeşini, Muhammed(as) diyemeden dizlerinin bağının çözülüp bayılmasını.


Anlatmaya buranın yetmeyeceği, anlatımımın eksik kalacağı bir çok konuyu daha bizlere sunarak, konuşmasını çok güzel duayla kapattı Ömer Döngeloğlu Hoca.
“Hz Haticeler tutsun elinizden, Hz.Osmanlar, Bilaller, Ammarlar, rüyalarınıza Peygamber (as) gelsin.Allah’ın affı, bereketi, merhameti sizlerle olsun” dedi.



Allah Razı Olsun bize böyle güzel duyguları yaşattığı için.Bilmenin aslında çok da önemli olmadığını anladım bir kez daha.Bütün bunlar hep bildiğimiz şeyler fakat etkilendiğimiz ve etkisini hayatımıza yansıttığımız sürece bizden oluyor, bizle oluyor.Eyleme dönüştürdüğümüz sürece, uygulamaya geçtiğimiz sürece anlam kazanıyor bildiklerimiz.Yoksa bir yığından öteye gitmiyor.Hitap etmenin aslında ne kadar önemli olduğunu anladım.Herkese, hitap edebilmekse el üstünde tutulacak bir hüner.
İyi ve etkili bir hitap olmayı çok isterdim.

Bişey daha öğrendik.Ömer beyin eşi Artvinli imiş, üstelik gürcü.Eniştemizmiş meğer:).Ömer bey gibi başarılı bir erkeğin arkasında bir Artvinli var ve üstelik gürcü:)
Daha güzel programlarda buluşmak dileğiyle inş...

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤12:09 PM   3 comments
Saturday, March 10, 2007
KEFENİN CEBİ YOK Kİ...



Labels: ,

posted by suveyda @ Permalink ¤8:51 AM   5 comments
Friday, March 09, 2007
HAYIRLI CUMALAR...

“Kazandıklarım huzurumu bozuyor, namazda huşu duyamıyorum.Oysaki siz daha varlıklısınız, nasıl huzur içinde namaz kılabiliyor sunuz?” diye soran yeni zengine, İmam Azam , şu cevabı verir:

“-Aramızdaki fark şudur ki, ben develerimi ahıra bağlıyorum, sen ise gönlüne…”


CUMANIZ MÜBAREK OLSUN…

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤9:02 AM   4 comments
Thursday, March 08, 2007
TAŞKAFA - BOŞKAFA - HOŞKAFA

Bugün kadınlar günüymüş.Bugünün anlam ve önemine dair ben bu anlatılanı uygun gördüm.
***

"Behlül Dânâ Hazretleri, bir mezarlıkta bulduğu üç kurukafayı zembiline koymuş ve para getirip 'Satıyorum'diye bağırmaya başlamış.
'Satıyorum, alan var mı?'

Meraklılar başına toplanıp fiyatını sormuşlar:

' Birincisi parasız, ikincisi ise sudan ucuzdur, demiş. Ama üçüncüsünü hiç sormayın...
O, ağırlığınca paradır.

Sebebini merak etmişler.
Birincisini gösterip:

' Bu gördüğünüz 'Taşkafa'dır demiş, nasihata bile yanaşmazdı. O yüzden beş para etmez.
İkincisi de 'Boşkafa'dır, nasîhat istemesine rağmen onları tutmazdı; üç-beş kuruş verenin elinde kalır.
Üçüncüsü ise 'Hoşkafa'dır ki, buna 'Kâmil kafa' da diyebiliriz. Hem ameli, hem de ihlâsı vardı; hedefi ise Allah rızâsıydı. O yüzden kurusu bile Altın değerindedir"

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤9:41 AM   11 comments
Wednesday, March 07, 2007
BUGÜN BAYRAMDIR, 7 MART
...Biiiz, Artvinliyiz,
özümüz sevgi canım,
sözümüz sevgi...

Ayvası var narı var
Bahcası var bağı var
Atamızdan yadigar
Bizde atabarı var


Gürcistan sefiri Siman MİDİVANI 17 Ocak 1921’de Ankara’ya gelerek itimatnamesini M. Kemal’e iletir. M. Kemal Gürcü sefaretinden derhal işgal ettikleri toprakları boşaltmalarını ister. Sefir geçen günler boyunca TBBM Hükümetini oyalamayı sürdürünce Hariciye Nazırı Bekir Sami Bey Gürcistan’a sert bir nota verdi. 23 Şubat 1921’de TBMM ve Gürcü hükümetleri arasında Batum anlaşması imzalandı.

Bu tarihten itibaren Artvin-Ardanuç-Borçka ve Şavşat’tan Gürcü kuvvetleri çekildi. 45 yıllık esaret sona erdi. Diğer yandan Trabzon’dan Artvin’e kuvvetleri ile hareket eden Miralay Şükrü Bey Oruçlu köyünden Kamil Beyi Kaymakam vekili tayin ederek kendisi Batum’a geçti. 7 Mart 1921’den itibaren Artvin’de Türk bayrağı dalgalanmaya başladı

86. kurtuluş yıldönümü...



Sn. Nejat Uygur’ a ait güzel bir şiir ve Bayar Şahin’ e ait olan bestede şöyle der:
"... en güzel şiirler yazılır,
Dağlarında Artvin'in
Şair olası gelir
En katı yüreklinin
Artvin'i görmeden ölme,
Karadenizi görmeden ölme..."
İşin ilginç tarafı bir tek benim sayfamda bayram var:))
İyi bayramlar bana o zaman.
Allah bir daha günleri yaşatmasın.
Sevgiyle...

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:45 AM   10 comments
Tuesday, March 06, 2007
NAMAZ GÖNÜLLÜLERİ PLATFORMU
“Şüphesiz ben Allah'ım, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.” Ta-ha Suresinin 14.ayetinde Allah insanlara böyle sesleniyor.

Müslümanlara 5 vakit namazın farz kılındığı Miraç Gecesi öncesinde bir araya gelen Namaz Gönüllüleri Platformu, toplumun her kesiminde namazı anlatmak, sevdirmek ve hakkıyla eda etme bilincini oluşturmak gayesiyle namazla diriliş seferberliği başlatmıştı.

Türkiyeli yazar, gazeteci, akademisyen ve sanat dünyasından bir çok kişinin katılımıyla Namaz Gönüllüleri Platformu adı altında bir sivil inisiyatif kuruldu. Amaçları insanlara sadece namaz kılmanın güzelliği ve bilincini vermek olan bu platform, altı ay içinde 70’den fazla konferans ve toplantı düzenleyerek insanlara Allah’ın bu güzel buyruğunu hatırlattı.

Kendi deyimleriyle sadece “namaz için namaz hareketi” olarak bir araya gelen, namazın içsel boyutu kadar sosyal boyutunu da insanlara tanıtan, ortak amaçları namaz sevgisi olan bir çalışma Namaz Gönülleri Platformu. Sadece yurt içinde değil Kıbrıs ve Almanya gibi yerlerden de platformun gelerek kendilerine konferans vermelerini istiyorlar. O kadar ki, böylesine yoğun bir ilgi ve destekten kendileri dahi şaşırmış durumda. Şöyle bir tespitte bulunuyorlar: ‘temiz topluma giden ilk adım namazın bilincine varmaktan geçer.’

Platformun sözcüsü Abdullah Yıldız’a göre:

“İnsanların namazın gereğine inanmalarını sağlamak için radyo ve televizyon aracılığıyla, toplantılarla, her türlü imkânı kullanarak topluma, özellikle gençliğe etkili sunumlarda bulunmak zorundayız. Yoksa, insanlara namaz kılmayı öğretmek en nihayetinde birkaç saatlik bir iştir. Ama onu sevdirmek, onun önemini, gereğini, vazgeçilmezliğini anlatmak daha uzun süre ve çaba isteyen asıl önemli meseledir.”

Bu hareketle üç aşamalı bir hedef belirleniyor ve amacın sadece “namaz” olduğu belirtiliyor.”Namaz için namaz harekatı” başlamış oluyor.

Belirlenen üç amaçtan birincisi; namaz kılamayanları namazla buluşturmak. Şöyle devam ediyor Abdullah Yıldız:” Ki bunların büyük bir çoğunluk oluşturduğunu tespit ettik: bir istatistiğe göre, Türkiye’de %75 oranında insanımız beş vakit namaz kılamadığını söylüyor. Geriye kalan %25 namaz kılıyor, fakat onların da huşû içinde kılamamak, arada bir aksatmak, özellikle sabah namazına kalkamamak gibi problemleri var. Yani bizim tanımlamamızla ciddi anlamda bir namazsızlık hastalığı var; buna ilaveten kıldığı namazın farkında olamama sorunu var. Biz buna çare olmak üzere yola çıktık. Evet, işte birinci hedef %75 gibi namaz kılamayan bir çoğunluğu namazla buluşturmak.”

İkincisi, namaz kılıyorum ama tat alamıyorum, huşûu yakalayamıyorum diyenlere namaz bilinci kazandırmak,

Üçüncü olarak, namazı bir yaşam biçimi haline getirmeyi sağlamak. Çünkü Kur’an’da (Ankebut/45), “Şüphesiz namaz, fahşâ ve münkeri defeder” buyurulur. Namaz, Allah’ın razı olmadığı davranışları, yüz kızartıcı suçları, iğrençlikleri, ahlaksızlıkları, kötülükleri engeller.




"namaz vesilei rahmet’tir, vesilei nusret’tir, vesile-i vahdet’tir."

Özetle, yine kendilerinin hatırlattıkları gibi, Meryem sûresinin 59.âyetinde vurgulandığı üzere, “namazı zayi etmek”le büyük sıkıntılara, badirelere yuvarlanan milletimiz ve İslâm âlemi tekrar namaza sarılarak dirilecektir.

Namazla diriliş seferberliğine inşallah…

İlgilenenler, şu adreslerden inceleyebilirler

Kaynak:Dünya Bülteni

Namazla Diriliş

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:27 AM   11 comments
Monday, March 05, 2007
FUTBOL VE YANSIMALARIM
Futbol konusunda hiçbir bilgim olmamakla beraber nedense her zaman çok fazla söyleyeceklerim olmuştur.Bu sempatiden değil tamamen antipatiden kaynaklanıyor.Yıllarca futbolla iç içe olsam da, bir türlü sevemedim, üstelik her geçen gün daha fazla nefret eder oldum.Abimle beni teraziye koysalar hiç tartmayız, dengesizlikte dengenin bulunduğu an, bu andır.Çünkü abim, ne kadar futbol hastası ise bende o kadar futboldan nefret eder hale geldim.

Malum eskiden bu kadar kanal yoktu, bu kadar cihazlar yoktu, birkaç kanalla izlenirdi her şey.İşte o zaman bu benim için bulunmaz bir nimetti.Futbol olacağı akşam, o kanalı bozardım, masum rollerine bürünüp hiçbirşey olmamış gibi gider otururdum.Yutuyorlar mıydı?Yutmuyorlardı tabiki.Hemen yapıyorlardı ve eziyet gene başlıyordu.


Karar verdim bir gün, bu kadar erkek izlerken, hatta bir kısım bayanlarda buna bayılırken ben neden izlemeyeyim dedim ve geçtim televizyon karşısına.Acaba ne kadar dayanabileceğim diye bir gözümde saatte.Fareler kemirmeye başlamıştı bile hücrelerimi.Televizyona bakıyordum ama saçımı başımı yolmam an meselesiydi.Bir abime bakıyorum, bir televizyona, bir saate, bir de kendime.Çocuk heyecandan yerinde duramıyor bende sinirden.Bu çin işkencesinin yeni bir versiyonu olmalıydı.”Yeterrr” deyip yerimden kalktım ve ancak iki dakika dayanabilmiştim.”Al maçını başına çal” diye odayı terketmiştim.Biraz daha kalırsam oksijensizlikten boğulacaktım sanki.

Abarttığımı düşünenler için şunu söyleyebilirim, ben futbol konusunda iflah olmaz bir vakayım.Yıllarca her gün futbol izleyen, oynayan, top peşinde koşan bir abiniz olursa, yetmedi tekrarlarını izlerse, o da yetmedi “oynat uğurcuğum, ileri al uğurcuğum, geri al uğurcuğum” gibi, işleri güçleri yok vatan kurtarır gibi yorum yapanlar gözüne sokulursa olacağı budur.Benim gibi futbol düşmanı bir eser yetişir.Abimlerin halı saha maçlarına izlemeye giderim, çünkü etrafı izleme, sohbet etme gibi alternatifleriniz vardır.Bir kendilerini izlemem:)

Herşeyi anlıyorum da şu maçlardan sonra saatlerce, gece yarılarına kadar süren futbol yorumları yok mu!O ayrı bir işkence.Sizi bilemiyorum ama bana çok komik geliyor.Elinde bir sopa, ileri sar, geri sar, burda dur, şurda oynat ne bu ya?Ölmüşle, olmuşa çare mi olur.İnsanın cinleri tepesine çıkar.Benimkiler çıkıyor şahsen.

Aslında dikkatimi çeken bir şey daha var.Bu yorum programlarındaki, yorumcuların giyim tarzları.Gömlek-pantolon üstüne düğümleyip kazak atma favorisi.Eskiden böyle giyinenler kıro denip küçümsenirdi şimdi moda oldu.Üşüse giyer diyorum, üşümese niye üstüne öyle atıyor diyorum bir çıkış bulamıyorum.Hadi yolda olsa insan, yanımda bulunsun diye öyle yapar ama ekranda niye öyle yapsın ki?Hem aynı ortamda yarı çıplak bayanları görünce üşümelerinin imkansız olduğunu düşünüyorum ama hala bu konuya bir çözüm bulamadım.Aklıma takılmıyor değil hani.Vardır bir bildikleri diyorum fakat içimden de, ne bildikleri olacak sesi geliyor.

İşte böyle efendim.Siz siz olun, evinizdeki bayanlara futbol işkencesi yapmayın.Tecrübeli biri olarak söylüyorum ki berbat bir durum.

Neyse ki şükredecek durumlarım var.Misal babam hiç sevmez, büyük abimde çok bağımlısı değildir.Zaten o, çok önceden Samsunspor’u tutardı.Malum o kazadan sonra bayağı üzülmüştü, ondan sonra da kimseye gönlünü kaptırmadı.Kim yenerse onun takımıdır.

Şimdi her şeye ilaç bulan doktorlar şu futbol fanatikliğinede bulsalar hemen alır, abime uykuya geçtiği anda anda şırınga ederdim.Zaten top patlasa duymaz.Ara sıra didişiyoruz biz abimle:)Bu kısmı daha komik oluyor.Ben çok futbol izlediğinden şikayet ederken, o da “siz bayanlarda hep pembe dizi izliyorsunuz” diyor.”Oğlum kalmadı artık böyle kızlar, maria izleyen pencere dibinde leonardosunu bekleyen kızlar” diyorum ama kime diyorum, “gene golü kaçırdı “ diye bir ses geliyor, beni hepten deli ediyor.

Vehasılı kelam, bu sokak çıkmaz sokak, bu konu çözümsüz konu.Yüzyıllar geçsede nasılsa değişmeyecek biliyorum.Ne biz bayanlar değişebiliriz, ne de erkekler.Varsın böyle kalsın ama orta bir yol bulunsun.

Keşke herkes evinde izlese de stadlarda, sokaklarda yaşananlar yaşanmasa, insanlar birbirlerini futbol yüzünden vurmasa.Beterinde beteri var derler ya, Allah beterinden korusun diyerek ve bütün tepkileri göze alarak bu anlamsız konuyu kapatıyorum.
Top yuvarlaktır, kazanan dört köşe, süveyda binbir köşe:)

Herkese hayırlı haftalar…

Labels: ,

posted by suveyda @ Permalink ¤9:19 AM   8 comments
Saturday, March 03, 2007
BAZAN DAHA FAZLADIR HERŞEY


Bazen daha fazladır her şey
Bir eşikten atlar insan
Yüzüne bakmak istemez yaşamın
O kadar azalmıştır anlam
****

O zaman hemen git radyoyu aç bir şarkı tut
Ya bir kitap oku mutlaka iyi geliyor
Ya da balkona çık bağır bağırabildiğin kadar
Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor
****
Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün
Ayrılıktan kaçılmıyor
Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor
****

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir
****
Bir şiirden bir sözden
Bir melodiden bir filmden
Geçirip güzelleştirmeden can dayanmıyor
Yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden
****
Bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor
Ama fazla da üzülme hayat bitiyor bir gün
Ayrılıktan kaçılmıyor
Hem çok zor hem de çok kısa bir macera ömür
Ömür imtihanla geçiyor
****

Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem gitmem
Unutamam acı tatlı ne varsa hazinemdir
Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem
Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir

Söz-Müzik: Sezen Aksu

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤10:19 AM   5 comments
Friday, March 02, 2007
YAŞLANIYORUZ, ETTİĞİMİZE BAK ;)
birazda magazin:)

işte pastamız...

işte bir kaç yiyecek.(şükürler olsun)
sıra hediyelerde, kardeşim çılgınlık yapmış:)


bu bana yaptığın kaş göz içinnnnnnnnnn


bu beni çok çalıştırdığın içinnnnnnnnn


bu bana vermediğin izinler içinnnnnnnn


hepsi bir yana, biz yinede kardeşiz.Benim değerimi bu yeni yaşında daha iyi billll


Kardeşim çok dolmuş, bir taşla iki kuş vurayım derken, hem hediye almış, hem içindekileri boşalttı:)
Ama üzgünüm canım, ben aynı Süveyda, dünle bugün arasında bir fark yok.
Sıkıyönetime devam:))
Ama sen benim en has kardeşimsin, seni seviyorum dostum:)

Kızlar çok teşekkürler.İyki varsınız.İyki yanımdasınız.Ben sizin değerinizi bilmez miyim?Siz benim değerimi bilin asıl:))
SİZİ SEVİYORUMMMM...
.....
Hediyeleri açarken çok komikti.Yeğenlerimde vardı.Ben hediyeyi açarken küçüğü geldi bana şöyle diyor: "Halaaaaa, bu hediyeler sana göre miiiiiii, bana göre miiiiii"
Çok masumcaydı, hem güldüm, hem gözlerim yaşardı.
Bu büyüdüğü zaman bize gün yüzü göstermeyecek, herşeyimize el koyar:))
Aslında itiraf etmek gerekirse iyki varlar, hayatıma anlam katıyorlar,en güzel yıllarımı onlarla geçiriyorum.İnşallah her yaşımda onlarla beraber olabilirim.
...........
Aslında daha yazacaklarım vardı ama yengem beni tehdit etti, sansür geldi yazılarıma:))
Sevgili yengeciğim, sana burdan sesleniyorum, beni tehdit etme, gün ola harman ola, olaylar tersine döner:))buda bir tehdittir:)
Sevgilerle....

Labels: ,

posted by suveyda @ Permalink ¤8:05 PM   7 comments
HAYIRLI CUMALAR...
Şimdi şakaklarımıza kar yağdı, yürümemiz yavaşladı.İhtiyar olduk.Hiçbirşey eskisi gibi değil…

Uğruna yaşadığımız her şey bizden yavaş yavaş uzaklaşıyor.Çocuklarımız şimdi kendi yollarını adımlıyor, kendi merdivenlerinin basamaklarında oyalanıyorlar.Bir zamanlar bizim yaptığımızı yapıyorlar.Hayallerine merdiven kuruyorlar, sevdalarının zirvesine tırmanıyorlar.Ve sevdiklerimiz, basamakları birlikte adımladığımız akranlarımız, akrabalarımız, dostlarımız bir bir göçüyorlar buradan.

Daha bir yalnızız şimdi.Kendimizle başbaşayız.Ölümle yüzyüzeyiz şimdi; hani şu uzaktaki ölümle, gençlikte bir türlü kendimize yakıştıramadığımız mezara dönük yüzümüz.

Şair Paul Verlaine’in sorusunu ilk basamakta sormalı değil miydik?

“İşte hayat!
Aç gözünü gör
Bak ne kadar sade
Her günkü sade gürültüdür.
Şehirden gelmekte
Ey sen ki durmadan ağlarsın
Döversin dizini
Gel söyle bakalım ne yaptın?
Nettin gençliğini?
Dikkat merdivendeyiz düşebiliriz!”

(Semine Demirci)

CUMANIZ MÜBAREK OLSUN



Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:30 AM   3 comments
Thursday, March 01, 2007
SÜVEYDA, UYUYOR, BÜYÜYOR
Yükü sırtında geçmişin
Büklüm büklüm
Yollarını aşarak
Ben nereden nereye gelmişim?
(Üzeyir Lokman Çaycı)


Bir kız dünyaya geldi, yirmiyedi sene evvel bugün.Şirin mi şirin, ailenin ilk kızı , ki daha önce bir kız kaybetmenin hüznüyle, daha bir sevindiler sanırım.Bütün bebekler tatlı, bütün bebekler güzel ve masumdur değil mi?Büyüdükçe çirkinleşiyor, büyüdükçe kötüleşiyoruz, büyüdükçe kalplerimiz kinle doluyor.Neyse bunlardan bahsetmeyelim.Bugün güzel bir gün, yeni bir ay ve bugün bahar.

Mart kapıdan baktırsa da kazma kürek yaktırsa da bugün 1 Mart.Baharın müjdecisi 1 mart.Ayın ilk günü 1 mart.Mevsimlerin en güzeline ait 1 mart.Kelebeklerin uçmaya, çiçeklerin açmaya can attığı 1 mart.Taze başlangıçlar için 1 mart.

Mümkünse ve bir mahsuru yoksa bugün doğum günümdür.

Benim doğum günüm böyle güzel bir güne rastlamış olduğu kadar bir o kadar da karışıktır.Yılda üç defa doğum günü olan nadide insanlardan biri sayılabilirim.Resmi olarak başka bir tarihim olmakla beraber gayri resmi iki günüm daha vardır.Bunda annemin payı yüzde yüz diyebilirim.Ben yıllarca 15 Şubatta doğduğumu sandım ama bir gün bu konuya merak salıp olayı tarihçilere ve görgü tanıklarına bırakınca doğum tarihim 1 mart’a alındı.Şimdi senede üç doğum günü olan şahsiyet olarak tarihe geçme gibi bir çabam da yok.Sadece işin keyfini sürüyorum.Ben halimden memnunum, gelsin hediyeler, gitsin kutlamalar.

Buraya kadar her şey güzelken bir durum daha var.İlginç bir tevafuktur ki abimin doğum günü de 1 mart.Şimdi bunun bir iyi , bir de kötü tarafı var.İyi tarafı, her şeyi unutan abim benim doğum günümü asla unutamaz, şayet kendi doğum gününü unutmadığı müddetçe.Kötü tarafı ise, ailede hediyeler ister istemez bir sekteye uğruyor, bölünüyor:) Bu konuda bencilce bir cümle kurmuş olsam da aslında hiç böyle olmuyor.Olayı çarpıtıyorum hatta ve hatta yanlış bir beyanda bulunuyorum.

Şimdi 27 yaşına basmış bulunuyorum.Yaptıklarımla, yapamadıklarımla 26 seneyi devirmiş bulunuyorum.Ben bildiğiniz bayanlardan değilim rahatlıkla yaşımı söyleyebilirim:) Akıl yaşta değil baştadır deselerde öyle olmuyor, çoğu zaman aklı başa, yaş getiriyor.Bazı yerleşmiş, kök salmış düşünceler haricinde insanın pek çok düşüncesi değişebiliyor bu uzun zaman diliminde.Dün düşündüğünü bugün doğru veya yanlış bulabiliyorsun.Kendi düşüncelerine kendin şaşırabiliyorsun.

Bu yaşıma kadar belki daha güzel şeyler yapabilirdim, daha iyisi olabilirdim.Şükürler olsun diyorum her daim.Bana böyle bir aile nasip ettiğin için, böyle kardeşlerim olduğu için, dostlarım, arkadaşlarım olduğu için.Sevenlerim ve sevdiklerim olduğu için şükürler olsun Allah’ım.Binlerce, yüzbinlerce teşekkürler.

Acısıyla, tatlısıyla geçen 26 sene.Gidenler oldu, kalanlar oldu, kaybettiklerim, kazandıklarım.İnsan büyüdükçe, tabiriyle yaşadıkça anlıyor neyin nasıl olduğunu.İnsanı olgunlaştıranın sevinçler değil acılar olduğunu da anlıyor.Acılarım olduğu kadar sevinçlerim de oldu, güldüğüm, ağladığım zamanlar oldu.Her anım için, “iyki yaşamışım, yoksa asla anlayamazdım” düşündüğüm anlar az olmadı.Bunun yanında “keşke bunları hiç yaşamasaydım, değer miydi, değdi mi?” dediğim, değmediğini gördüğüm anlar da oldu.Olsun, bunlarda tecrübe olmuş oldu, kazıklarıyla beraber.

Kaza ve kadere inanıyoruz, önümüze ne çıkarsa kabullenmesini öğrendim.Herşeyin O’ndan geldiğini ve ne olursa olsun katlanmam gerektiğini, hayır olan şeyde şer, şer olan şeyde hayır olduğunu, bin tane kapı yüzüme kapansa da bir kapının mutlaka açılacağını, gecenin en karanlık anında gündüze sıyrılacağını biliyorum.Buna inanmak, bunu bilmek ve bu düşünceden emin olmak yetiyor bana.Kendimi hiç önemsemediğim gibi, en az arkadaşım kadar yakın olduğum anneme” beni dünyaya getirmişsin,kendine zaten en büyük hediyeyi vermişsin” de diyebiliyorum.Olsun o kadar da değil mi ama?


Son olarak “iyki doğdun, iyki varsın “ diyen sevdiklerim için ne kadar şükretsem azdır.Önemli olan, yalnız kendimiz için değil birileri içinde önemli olmak benim için, diğerleri içinde bir anlam ifade edebilmek.Olduğuma, dünyaya geldiğime, yaşadığıma sevinen birilerinin olması benim için bulunmaz mutluluklardan.

İlk defa böyle bir yazı yazıyorum.Yaşlanıyor muyum yoksa?Bu da 26 yılın yüzeyden muhasebesi, değerlendirmesi olsun.Kimbilir belkide bir daha yazmak nasip olmaz, yarının ne getireceği bilinmez.Herşey için ama her şey için Rabbim şükürler olsun, tekrar tekrar.Allah, herkese, hepinize, hepimize her şeyin hayırlısını nasip etsin.(amin)

Bu arada Buğra’cım seninde doğum günün kutlu olsun.Ömrüne güzel ömürler katılsın, her şeyin hayırlısı seninle olsun.Onunla da aynı günmüş doğum günümüz.İkimiz bugün itibariyle büyüdük:)İki gün sonra büyük abimin doğum günü var.Bütün martlılar buraya toplansın.Ulusal doğum günü günleri ilan edecem:)

Son söz; dün 28 şubat dolayısıyla en beterinden gün olsa da, bugün yeni bir gün, güzel bir gün.Önemli olan doğum günüm olması değil, bunlar ufak ayrıntılar, kardeşimin doğum gününü dahi unutan bir insan olarak, kimseye bu tür günler için asla sitem etmeyen bir insan da olarak, geçmiş günlerin muhasebesini yapmak, düşünmek güzel.En güzeli bunları yazabilmek, yazmak çok güzel ve paylaşmak.

Allah hepinize en güzel, en hayırlı günleri nasip etsin.Bu sefer güzel dilekler benden gelsin.Eee yaş almış başını gidiyor olsun bu kadar demi:))

Kalın sağlıcakla…


Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤9:20 AM   11 comments

about me
gelirsin gidersin dostumsun, gelmezsin gitmezsin neyimsin
Udah Lewat
Archives
Dua
Allah’ım, Sana tutunuyorum, Kimsenin yere atmasına izin verme beni. (Sadi)
Martı

“Yaşamak için ne çok sebep var,” diye düşünüyor uçmanın anlamına vardıkça. Kabiliyetlerinin sınırlarını aşmak, onu yaşatan en büyük sebep. Onun için balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka sebepler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi hür olabiliriz!

Böyledir

Başkasını kıran, inciten bir insanın kendisi de bundan mutlaka yara alır.Kötülüğün oku mutlaka geri döner

Budur

Ne gökte, ne denizde, ne dağların içinde, ne de ormanların kuytu bir köşesinde, hiçbir yer yoktur ki, insan yaptığı fenalıktan, karşılığını görmeden, kurtulup sıyrılabilsin

Arkadaşlar
Designed-By

Visit Me Klik It
Credite
15n41n1