Saturday, December 30, 2006
HAYIRLI BAYRAMLAR


Herkese hayırlı, huzurlu, mutlu ve bol dualı ve duaların kabul olunduğu güzel bayramlar diliyorum.İnş dedeler ve nineler olup torunlarınızın el öpeceği bayramlara erişirsiniz:)

Ah nerde o eski bayramlar da demeyecem.O bayramlar içimizde, hâlâ bizim yanımızda, yeter ki görmek isteyelim.Bir çocuğa sevgiyle bakabildiğimiz sürece, bir yetime acıdığımız sürece, büyüklerimizi hatırladığımız ve önemli olduklarını hatırlattığımız sürece, kırmızı ayakkabılara sevdalanan çocukları gördüğümüz sürece yanımızdadır bayramlar.Yeter ki eskiyen biz olmayalım.

"gemi mil ile olur, sevda dil ile olur" sevdiklerinizden sevginizi esirgemeyin, söyleyin ki; aranızdaki sevgi artsın, çoğalsın.

Bayramlık harçlıklarımı lütfen gmail hesabıma yatırın:))

BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN,

HANELERİNİZ HUZUR DOLSUN,

VEEE SAĞLIK OLSUN.

Suveyda

posted by suveyda @ Permalink ¤9:15 AM   17 comments
Friday, December 29, 2006
HAYIRLI CUMALAR...
{ Karıncalar sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutuyordu.Kanuni Sultan Süleyman, karıncaların öldürülmesi için Şeyhülislam Ebussuüd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetva istedi:

“Dırahta(bahçeye) eğer ziyan etse karınca
Zararı var mıdır onu kırınca?”

Padişah’ın bu isteğine, Ebussuud Eefendi de, bir şiirle şöyle cevap verdi:

“Yarın Hakk’ın divanına varınca;
Süleyman’dan hakkını alır karınca!” }

CUMANIZ MÜBAREK OLA…
posted by suveyda @ Permalink ¤9:34 AM   5 comments
Wednesday, December 27, 2006
KAR YAĞIYOR, BEYAZ YAĞIYOR
"alçaklara kar yağıyor üşümedin mi
sen bu işin sonunu düşünmedin mi"
...Halimesine böyle demiş şair, ama ben, üşümek ne kelime dondum, dondum:)

Kardan adam kadar kar ancak yağdı.Bu fırsat kaçırılmazdı, nitekim kaçırılmadı da.Bu hevesle tam üç kardan adam yapıldı.Zavallı yalnız kalıp, canı sıkılmasın dedik.Ortaya çekirdek kardan adam ailesi çıktı:)
atkımı kimseye kıymam ama bak sana kıydım, kıymetini bil kardan kardeş.


nasıl diyordu türküde:" Yüksek dağlarına kar yağar durur, Özlemin yürekten beni de vurur "


bir fırtınayla sürüklenircesine, ordan oraya, ordan oraya...


ve gökyüzü, hiç bir ressamın yapamayağı o muhteşem manzara...


silahlar hazır, herkes yerini alsın, düşman görününce ateşşş:)


dağlara yazamam ama, karlara yazarım adımı.

...kimilerinin hayatına kar yağarken, içleri sızım sızım sızlarken, şehre kar yağıyor sadece.Bembeyaz bir örtüye bürünüyor herşey.Ağaçlar, evler, arabalar, sokaklar, insanlar.Beyaz; aklık, paklık, temizlik ve saflık.Kar yağmasa bu kadar beyazlığı hiç göremeyeceğiz belkide.Beyazın bu güzelliğine şahit olamayacağız.

İyiki yağıyorsun kar, iyiki varsın beyaz.

İyiki bu beyazlığı başımıza yağdırıyorsun Rabbim.Ve iyiki ellerimiz üşüyor.

Yoksa nerden bilecektik, yüreğimizin üşümesinin, ellerimizin üşümesinden daha zor olacağını...

posted by suveyda @ Permalink ¤8:37 PM   7 comments
NASREDDİN HOCA İLE NOEL BABA
1-Noel baba yılbaşına doğru gündeme gelen bir ''dönem'' figürüdür. Nasrettin hoca yılın her günü yıldızdır!...

2-Noel baba 'bütün çocuklara karşılıksız armağan verme' gibi ütopik,imkansız bir fikrin kahramanıdır. Nasrettin hoca , 'parayı veren düdüğü çalar' dürüstlüğüyle realist ve gerçek bir kimsedir...

3-Noel baba ÇAM AĞAÇLARININ toplu katliamında baş rol oynar Nasrettin hoca sadece bindiği dalı keser , zararı da sadece kendisinedir...

4- Noel baba maddecidir. Nasrettin hoca paraya çevrilmeyecek bir zenginlik kaynağıdır, ruhu ve zekayı besler…

5-Noel baba geyiklerin çektiği kızakla, üstelik bir de uçarak,itici bir sürrealite içindedir. Nasrettin hoca eşşeğine ters binerek reel ortamda sürreallik gösterdiği için daha çarpıcıdır.

6-Noel baba aslen Antalya çıkışlıdır fakat asimile olmuştur,doğum yerini meraklısı bilir. Nasrettin hoca sonsuza dek Akşehir'in evladıdır...

7- Noel baba herhangi bir babalığını görmediğimiz bir''baba'' dır Nasrettin hoca hepimizin hocasıdır

posted by suveyda @ Permalink ¤12:29 PM   1 comments
Tuesday, December 26, 2006
ÜÇ NOKTA
Aşk öncesizdir ve sonsuzca yaşayacaktır.
Onu arayanların sayısı da belirsiz olacaktır.
Yarın diriliş günü açıklanınca,
Aşık olmayanlar oradan geri çevrilecektir.

Mevlana
posted by suveyda @ Permalink ¤9:47 AM   9 comments
Monday, December 25, 2006
BEYAZ DESTAN: SARIKAMIŞ
“Sarıkamış üstünde kar
Kar altında Mehmedim yatar”

“Faik Çavuş, şunu aklına koy ki, sen de ideallerini unutacak ve unutulacaksın.”

“Unutulmayacağım! Beni unutmayacaklar.”

Faik Çavuş öfkeyle dizlerinin üstüne çöktü. Ellerini açıp haykırdı: “Beni unutmayacaklar! Ne beni ne de bizleri! Akıbetimiz ne olursa olsun, Sarıkamış’a yürüyenleri unutmayacaklar! Sarıkamış’a girsek de girmesek de, bizi unutmayacaklar! Mezarımız olsa da, olmasa da, bizi unutmayacaklar!”
(İsmail Bilgin Sarıkamış/Beyaz Hüzün )


''Dalında yandı gülüm, Mehmedini aldı anam, bir beyaz ölüm" diye devam eder Allahu Ekber dağlarında bir kurşun dahi atmadan, açlıktan, hastalıktan, soğuktan, çaresizlikten, bitkinlikten ölen 90 bin askerin öyküsü.

O sene kurtlar ete doyar, kuşlar gözlerini oyar ve bahar gelince karlar eriyince bedenler ortaya çıkar.Bir tarih yatıyordur karların altında.Kardelenler yatıyordur, boy vermeden, filizlerini çıkartamadan, boynu bükük...

Giden arkasına bakmayacaktı, geri dönülmeyecekti, geri adım atan öldürülecekti, hiçbir şans yoktu ve sadece ileriye bakılacaktı.Kelime-i Şehadetlerle ilerleyen adımlar, donan ayaklar, titreyen eller ve her bir adımda dökülenler.Düşen kaldırılmıyor zaten kimsenin kaldırmaya da mecali kalmıyor.Her bir adımda bir can, her bir karışta bir beden yatar Sarıkamış'ta.

Yanlış askeri ve teknik kararlar, siyasi çıkışlar, entrikalar, oyunlar, ihtiras ve hırslar ve yenilgiyle sonuçlanan, kurşunsuz karlara gömülen onca şehit arasından sadece bir avuç asker Sarıkamış'a ulaşır.

Rus Kurmay Baskani Pietroroviç, anilarinda Sarikamis’a kavusan o bir avuç kahramani söyle anlatacaktir:

“"Ilk sirada diz çökmüs beş kahraman. Omuz çukurlarina yasladiklari mavzerleri ile nişan almislar. Tetige asilmak üzereler. Ama asilamamislar. Kaput yakalari, Allah’in rahmetini o civan delikanlilarin yüreklerine akitabilmek istercesine semaya dikilmis, kaskati... Hele biyiklari, hele hele biyiklari ve sakallari! Her biri birer fütuhat oku gibi çelik misal. Ya gözler?.. Dinmis olmasina ragmen su kahredici tipinin bile örtüp kapatamadigi gözleri!.. Apaçik!.. Tabiata da, baskumandana da, karsisindaki düsmana da isyan eden ama Allah’ina teslimiyetle bakan gözler... Açik, vallahi apaçik!..

İkinci sirada öyle bir manzara ki, hiçbir heykeltraş benzerini yapmayi basaramamistir. O ürkütücü ayaza rağmen, sağlarinda fişekleri debelenerek üzerlerinden atmaya tenezzül etmemiş iki katırın yaninda başlari semaya dönük, altı masal güzeli Mehmed... Sandiklari bir avuçlamislar ki, hayati biz ancak böyle bir hirsla avuçlayivermişizdir. Öylesine kaskati kesilmisler.Ve sag başta binbaşı Mustafa Nihat. Ayakta... Yarabbi, bu bir ayakta duruştur ki, karsisinda düsmani da, kâfiri de, lanetlisi de Allah’in huzurunda diz çöküş halinde gibi. Endami, düsmani dize getiren bir tekbir velvelesi gibi. Belinde, fişeklerinin yuvalarini tipi ile kapatmaya bütün gece düşen kar bile razi olmamiş. Sol eli boynundaki dürbünü kavramiş. Havada donmuş, Kale sancagi gibi... Diger eli belli ki, semaya uzanip rahmet dilerken öylesine taslaşmiş. Hayrettir, basi açik. Gür erkek kömür karasi saçlari beyaza bulanmiş...”

Ve Moskova’daki askeri müzede sergilenen bu satirlarin sonu söyle biter:
“Allahuekber Daglari’ndaki Türk müfrezesini esir alamadim. Bizden çok evvel Allah’larina teslim olmuslardi. 24.12.1914 Persembe""

Kefensiz ve mezarsız şehitlerimize Rabbimizden binlerlerce kere rahmetler olsun.
Aziz ruhlarına Fatihalar gitsin...
Unutmadık sizleri, unutmayacağızda...
posted by suveyda @ Permalink ¤9:15 AM   14 comments
Sunday, December 24, 2006
ADAM OLACAK ÇOCUKLAR
Ben diyeyim 20 sene, siz deyin 25 sene sonra bu memlekette doktor sıkıntısı kalmayacak:)
Hepsi başıma doktor kesildi ama, teşhisi koyamadılar gene:)

Yaklaşın yaklaşın, kalbinizi dinleyecekler sadece.







Yalnız, bu Sena'dan pek umutlu değilim, aklı fikri yemek yemekte.Kimbilir belkide allame olur:)
posted by suveyda @ Permalink ¤7:49 PM   5 comments
Saturday, December 23, 2006
BİR SORMACAM VAR

Bir doktor 3 tane çok önemli ameliyat yapmak zorundadır.

Hastaların üçününde bulaşıcı bir hastalığı vardır.

Doktorda ise yalnızca 2 çift steril eldiven bulunmakta ve bu eldivenleri bir daha sterilize edip kullanamamaktadır.

Bu şartlar altında doktor hastaların hastalıklarını birbirlerine ve kendine bulaştırmadan bu ameliyatları nasıl yapar?


...bilen varsa hemen söylemesin, bozuşuruz sonra, ben biliyorum desin yeterli:))
posted by suveyda @ Permalink ¤8:58 AM   8 comments
Friday, December 22, 2006
HAYIRLI CUMALAR...
"Her işe besmele ile başla!

Temiz ol daima iyiliği adet edin!

Dünyanın mutluluğuna mağrur olma!

Kimseye kızma eziyet ve cefa etme!

Ömrün uzun olsun istersen, kimsenin nimetine haset etme!

Kimseyi kötüleyip, atıp tutma!

Senden üstün kimsenin önünden yürüme!

Dişin ile tırnağını kesme!

Çok uyumak kazancın azalmasına sebep olur!

Akıllı isen yanlız yolculuğa çıkma!

Seher vakti Kur'an-ı Kerim oku!

Daima Allah-ü Teâlâ'yı zikret!

Kendini başkalarına medhetme!

Namahreme bakma, harama bakmak gaflet veririr.Kimsenin kalbini kırıp, viran eyleme!

Edepli, mütevazi ve cömert ol!

Yanlız bir evde yatmaktan sakın!

Velî, insanlardan gelen sıkıntılara tahammül edip katlanan kimsedir.

O, toprak gibidir.Toprağa hertürlü kötü şey atılır.Fakat topraktan hep güzel şeyler biter..."

Akşemseddin Hazretleri

CUMANIZ MÜBAREK OLA...
posted by suveyda @ Permalink ¤8:21 AM   5 comments
Thursday, December 21, 2006
HAYATA DAİR
Öğrendiklerini bir saat gibi cebinde taşı...

İkide bir saati olduğunu göstermek isteyen insanlar gibi ortaya çıkartma...

Eğer biri sana saati sorarsa söylersin, ama her saat başında sorulmadan saat kulesi gibi ötme...

Söylediklerini duyurmak için hiç kimseyi kolundan tutma,çünkü insanlar seni dinlemeye istekli değillerse,onları tutacağına çeneni tutman daha iyi olur...

Lord Chesterfield
posted by suveyda @ Permalink ¤9:22 AM   3 comments
Wednesday, December 20, 2006
GÜZEL ŞEYLERDE OLUYOR

Katar’ın başkenti Doha’da yapılmakta olan 15. Asya Oyunları’na tesettürüyle katılan Bahreynli atlet, 200 metre bayanlarda yarışı birinci bitirerek altın madalyaya hak kazandı.

Pazartesi günkü 200 metre yarışının son metrelerinde Rukiye El-Ghasra’nın atağa geçerek 23.19 saniye ile yarışı birinci tamamlamasıyla El-Halife Stadyumu sevinç çığlıklarıyla inledi.

24 yaşında ve öğrenci olan Rukiye El-Gasra, yarıştan sonra yaptığı açıklamada birinciliği hak ettiğini ve tesettürünün kendisi için engel olmadığını, bilakis tesettürün spora engel olmadığını göstermek üzere birinci olmaya teşvik ettiğini söyledi.

Yarışlar sırasında giydiği beyaz tesettür elbisesiyle dikkat çeken Rukiye El-Ghasra, altın madalya kazandığı 200 metre yarışından sonra secde ederek Allah’a şükretti.

posted by suveyda @ Permalink ¤9:55 AM   7 comments
Tuesday, December 19, 2006
NERDE BU MİHENK TAŞI?
"Birinci Meclis'in tutanaklarında; adeta “fevkaladenin de fevkînde”konuların yasa teklifi haline gelip Genel Kurul'a sevkedildiği görülüyor. Dönemin vekillerinin sorun olarak görüp, düzenleme yapılmasını istediği konular, bugünün telakkileriyle düşünüldüğünde oldukça çizgi dışı dursa da, devrin “hassasiyetleri” hakkında fikir vermesi bakımından kesinlikle had safhada öğretici içeriklere sahip…

Örneğin bu tip yasa tekliflerinin birisinde, nüfusun artabilmesi için evlenmenin zorunlu kılınması isteniyor. Erzurum Mebusu Salih Efendi'nin 19 Şubat 1921 tarihli kanun teklifinde, 25 yaşını geçip de hâlâ evlenmemiş olanlardan vergi alınması, evlenenlere destek mahiyetinde üç çocuğu olanların iki, beş çocuğu olanların da üç çocuğunun devletçe parasız yatılı okutulması, bütün şartları uyduğu halde 26 yaşına gelip yine de evlenmeyenlerin kamuda karın tokluğuna çalıştırılması, 50 yaşını aşanların ise kanundan muaf tutulması öngörülüyordu."

Şimdi çıktığımız yolculuktan günümüze geliyoruz.


4 eşli ve 42 çocuklu Nevzat Demir, Sağlık Bakanlığı tarafından desteklenen 'Sağlıklı Toplum Projesi' kapsamında Muş'a gelen proje değerlendirme ve izleme uzmanı Filipinli Augustus Tiambeng'i şaşırtır.Şaşırtır kelimesi pasif durdu, kendi ifadesiyle tarihi bir gün yaşar, şok olur ve ancak biraz yalnız kalıp düşünmekle kendine gelebileceğini söyler.

Biz nasılsa alıştık böyle manzaralara, biz de sizin gibileri görünce şaşırıyor şok oluyoruz.Nevzat Demir'in ifadesiyle "maddi imkanım elverse beşinci evliliğimi de yaparım" diyerek uzmanı tam şoklama yapıyor.

Erzurum Mebusu bu manzarayı görseydi kanun teklifini kendisi geri çekerdi, bir şok da o geçirirdi.
,,,,,,,,,,,


Diğer taraftan evlat yetiştirmeyi elzem görüp kendisini kedi ve köpeğe adayan yaşam biçimleri var birde.Ömrünü bir çocuğun sıcacık dokunuşundan, sarılışından, anne-baba demesinden yoksun geçiren hayatlardır bunlar.
Bu anlayışa sahip insanlar , çocukların hep duvarları çizen, yediklerini içtiklerini yerlere döken, ortalığı karıştıran, çinden gelmiş vazoları kıran,kariyerine engel olan,ayak bağı olan ve nihayetinde çekilmez varlıklar olarak görürler.Ya da bir çocuğun sorumluluğunu alamayıp tercihini hayvanlardan yana kullanan şahsiyetlerdir.

Yeri gelmişken belirteyim ilginç bir haber daha: "Amerika ve İngiltere'deki eğitimli kadınlar mutlu bir evliliğin sırrını çözdü: Kariyer peşinde koşmak yerine "evinin kadını çocuğunun anası" olmak... ABD'deki Virginia Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre "kariyer mi, çocuk mu?" ikilemi arasında kalan üniversite mezunu kadınlar artık iş hayatı yerine anneliği tercih ediyor. Evde oturup, çocuklarını kimseye bırakmadan bizzat kendileri yetiştirmek istiyor. Bu yüzden uzun bir süre iş hayatına ara veriyor ya da kariyerlerini tamamen bırakıyorlar. Psikologlar bu durum için "Kadınların böyle kararlar almasının nedeni tamamen çocuklar. Modern ev kadınlarının 1950'lerdeki hemcinslerinden bir farkı var. Ev işleri yerine çocuklarıyla ilgileniyorlar. Hatta eşleri de ev işlerine büyük bir zevkle yardım ediyor" diyor. "

Amacım kimsenin hayatına burnumu sokmak değil, ilgilendirmez de beni.İsteyenin, istediği kadar çocuğu olsun, isteyen bulabilirse evinde dinazor beslesin.Benim anlayamadığım tek şey şu:

"Neden biz bu terazinin kefelerini bir türlü ayarlaya mıyoruz?"

“Orta yolu size tavsiye ederim"

Hz.Muhammed(s.a.v)

posted by suveyda @ Permalink ¤2:59 PM   3 comments
Monday, December 18, 2006
YAZIYOR YAZIYORR YAZIYORRR


Türkiye karışacak:))
posted by suveyda @ Permalink ¤8:25 AM   10 comments
Sunday, December 17, 2006
PAZAR ANISI

"Daktilo ve ben, parmak uçlarıyla birbirine bağlı siyam ikizleri gibiydik. "

Sanırım bir yazardan duymuştum bunu.Şimdi eller klavyelerle buluşuyor olsada bir zamanlar yazarlar, şairlerin eksik etmediği çik çak , çik çak sesleri.Çekirdek yer gibi.Mahkemelerde "yaz kızım" emriyle hayata geçen, katibin elinde can bulan daktilolar.

Bir kapının dışında gördüm yukardaki daktiloyu."Kimbilir neler yazmıştır şimdiye kadar " dedim içimden ve "ne kolay dışarı atmışlar diye" üzüldüm.Belki bir dilekçe, belki bir aşk mektubu, belki asker mektubu ve belki de neler neler...

Her şey eskiyor, eşyalarımız da ve ne kadar kolay oluyor terketmek.Kapı dışına bırakmak kadar kolay ayrılmak.Oysa neler yazılmıştı bu tuşlarla...

Şimdi siyam ikizleri ayrıldı, eller başka tuşlarla buluşurken diğer siyam ikizi terkedilmiş durumda.
Üstelik terkeden de bir zamanlar bir bütün olduğu kendi siyam ikizi...
posted by suveyda @ Permalink ¤5:31 PM   4 comments
Saturday, December 16, 2006
MATEMATİK YALAN SÖYLEMEZ





..."dersimiz matematik, hocamız otomatik" böyle bir tekerleme söylerdik.Sonrasını unutmuşum iyi mi?

posted by suveyda @ Permalink ¤8:06 AM   5 comments
Friday, December 15, 2006
HAYIRLI CUMALAR...
Bir Bağdat fakiri bütün mirasını saçıp savurmuş ve yoksulluk içinde kalmıştı.

Allah’a yana yakıla yalvardıktan sonra, bir rüya gördü.

Bir ses kendisine, Kahire şehrinde belli bir yerde saklanmış bir hazine bulunduğunu söyledi.
Bunun üzerine yola çıktı ve beş parasız Kahire’ye vardı.

Dilenmeye karar verdi, fakat ortalık kararmazdan önce bunu yapmaktan utandı.

Sokaklarda dolaşırken, onu bir devriye yakaladı ve konuşmasına fırsat vermeden pestilini çıkardı.

Nihayet derdini dinletebildi ve rüyasını öyle samimi bir dille anlattı ki polis komiseri ikna oldu.

Peşinden de polis komiseri şöyle haykırdı:

“Görüyorum ki sen hırsız değilsin, mert bir adamsın, hata çıkma budalalığını nasıl yapabildin?”

“Ben rüyamda sık sık Bağdat’ta, falan sokakta, filancanın evinde gizlenmiş bir hazine gördüm ve bunun için yola koyuldum.”

Şimdi, onun sözettiği ev, bu yolcunun eviydi.

Seyyahımız, yanılmasını servetine sebep kıldığından ötürü Allah’a hamd ederek, Bağdat’a döndü ve hazineyi kendi evinde gömülü buldu.

Niçin çok uzaklarda arayıp bulmaya gitmeli, bütün varlığımızla aradığımız O, kendi kalbimizde gizlenip dururken?

CUMANIZ MÜBAREK OLA…
posted by suveyda @ Permalink ¤8:38 AM   3 comments
Thursday, December 14, 2006
YUPPİİİ:)
Bir bu eksikti diyenler ve diyecek olanlar için, artık
benimde yemek bloğum var:)

Benim için küçük bir adım ama insanlık için büyük bir
adım:))


Gelmek isteyenler için, buyrun
efendim;


işte burdan...
posted by suveyda @ Permalink ¤6:26 PM   4 comments
MEVLANA (2)
“İnsan hayatı arayışlarla doludur. Bulmak için aramak gerekir... Benlik Firavununu beden Mısır’ından atarsan, gönül evinde Musa’nı da görürsün Harun’unu da... Sevgi ve acıma insanlık vasfıdır. Hiddet ve şehvetse hayvanlık vasfıdır... Güzel bir ağaç dalı kötü bir ağaca aşılansa, o güzellik, kötü ağacın tabiatını da güzelleştirir... Aşk Hak sıfatıdır. Korku ise, şehvete kapılmış kulun sıfatıdır... Din ehlini kin ehlinden ayırt et, Hak’la oturanı ara, onunla otur... Ya üstün ol, ya üstünlüğü ara. Ya görüş sahibi ol, yahut bir görüş sahibi ara... Sabır, İman yüzünden baş tacı olur... Sevgiden acılar tatlılaşır, sevgiden padişahlar kul olur... Belayı def etmenin çaresi sitem etmek değildir. Buna çere ihsandır, aftır, keremdir... Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, aramamak demektir... Hak’tan baş çektin gittin amma bir yol bulabildin mi? Yola gel, sersemce kaybolup gitme...”


Çeviriyi yapan Cemal Aydın, bayan Eva ile ilk karşılaşmasından şöyle bahseder:

“Ahbaplarım, İstanbul Taksim'deki Fransız Kültür Merkezi'nde, Batılı bir bayan profesörünün Mevlana üzerine konferans vereceğini söylediler.Profesör de olsa, bir yabancının, bir Fransız bayanın ünlü bir Müslüman alim, düşünür ve velisi hakkında dişe dokunur bir şeyler söyleyebileceğini sanmıyordum.


Çok sevimli bir hanım, ağzını doldura doldura, kalın bir "a" harfiyle "Mavlana, Mavlana" diyerek öyle şeyler anlatıyordu ki bunlar benim hiç duymadığım hususlardı. Mevlana'nın bugünkü astronomi bilgilerine kadar uzanan pek çok konuyu önceden bildiğini ve haber verdiğini söylüyordu.

Gezegenlerden dokuzuncusunun daha bu yüzyıl başlarında keşfedildiğine dikkat çekiyordu.Mevlana'nın ise sema ayini ile bu dokuz gezegeni temsil ettiğini belirtiyordu.Semazenlerin dokuz ve dokuzun katları şeklinde olduklarını, tıpkı gezegenlerin hem kendileri hem de güneş etrafında dönmeleri gibi bir hareket sergilediklerini açıklıyordu.

Söylediklerini Mevlana'nın bir beyiti ile delillendiriyor ve Mevlana bunu söylerken Kuran daki şu ve şu ayetlere dayandığını, Peygamberin (sav) şu ve şu hadisini temel aldığını kaydediyordu.

Onun anlattıklarını dinlerken Mevlana'yı ilk defa keşfediyordum.Senelerce dirsek çürüttüğümüz uzun okul yıllarında ve üniversitede bize böyle "büyük" bir Mevlana öğretilmemiş, tanıtılmamıştı. "

Yazar konferans bitiminde bütün cesaretini toplayarak yanına ulaşıyor meraklı bir üniversite öğrencisi gözüyle görüşmek istediğini söylüyor.Kaldığı otele gelebileceğini söyleyerek kabul eder randevuyu.Gidilen görüşmede müslüman olduğunu düşünemeyen yazara şu söz şok gibi gelir:

"Hiç insan Mevlana'yı okuduktan sonra Müslüman olmaz mı?"

Profesör Mevlana'dan bahsetmenin insanın ruhunu huzura erdirdiğini, kerametin kendisinde değil, Mevlana'da aranması gerektiğini büyük bir tevazu ile dile getirir.

Şimdiki adıyla Havva Türkiye'yi, insanımızı ve değerlerimizi Fransız halkına çeşitli konferanslar ve radyo programlarıyla en iyi şekilde tanıtmaya çalışır. Müslüman olunca Havva adını alan bu çok değerli hanımefendi, Hazreti Mevlana ve İkbal'in hemen hemen bütün eserlerini Fransızca'ya çevirmiş bulunuyor.Gerek bu tercümeleri, gerekse Fransa içinde Mevlana hakkında verdiği konferanslarıyla da, pek çok kişinin Müslüman olmasına vesile oldu.

Müslüman adıyla Havva hanımefendi 1999 yılında rahmet-i Rahman’a kavuştu.ALLAH ondan razı olsun, mekanı cennet olsun.

Bir Fransız olması ve bir bayan olması sebebiyle bir sürü engel yaşayarak gidebildiği hac farizasından şöyle bahseder:

“ben hacda olağanüstü bir birlik ve bütünlük duygusuna erdim.Kocaman bir vücudun bir hücresi olma, kovandaki arı olma, damarlarda dolaşan kan içinde al veya akyuvar olma duygusuna kavuştum.Ne de olsa şaşırtıcı bir bilinçlenmedir hac…Aynı istikamete yönelmiş, aynı şekilde dua eden milyonlarca erkek ve kadını birleştiren büyük bir kardeşlik kanaati uyanır sizde.Ramazan ayında oruç tutulurken duyulan hissi andırıyor biraz, fakat daha da yoğunluklu olarak…

İslam’ın içinde olmak , Müslüman olmak budur zaten, yani insanın maddi ve manevi bir cemaate ait olduğunu hissetmesidir”

“Kalk aşık kalk!
Acele et biraz:
Bak su sesi geliyor,
Sende susuzsun,
Ve uyuyorsun!”

(Mevlana)
posted by suveyda @ Permalink ¤9:07 AM   1 comments
Wednesday, December 13, 2006
MEVLANA (1)
Yıllarca insanları "gel, gel, ne olursan ol , yine gel" diyerek çağırdı, asıl adı Muhammed Celaleddin olan Mevlana'nin mahlasi Rumi'dir. Daha cok, lakabi olan Mevlana ile anilir. Celaleddin Rumi 30 Eylul 1207'de Belh'te dogmuş, kaynaklara göre Moğollar’ın istilası üzerine ailesi burayı terk ederek Konya ‘ya gelip yerleşmişler.

Bunlar işin teferruat kısmı, malumunuz bu sene Mevlana’nın 733. Vuslat Yıl Dönümü Etkinlikleri yapılıyor.1 Aralık’ta başlayan ve 17 Aralık’a kadar devam edecek olan etkinliklere tüm dünyadan insanlar ilgi gösteriyormuş.Şurası bir gerçektir ki Mevalana’ya tüm dünya sahip çıkıyor, onun fikirleri, insanlara yol göstermesi, engin hoşgörüsü, sevgisi, aşkı ile bütün dünyayı kendisine hayran bırakıyor.

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki ne yaparsanız yapın her hareketiniz bir gruba, bir anlayışa benzetilir ve bir bakarsınız bir etiket vurulur üstünüze.Kabul edip etmemek artık kimseyi bağlamaz siz bu yaftayı çoktan almış olursunuz.Ama şuna kesinlikle eminimki hangi gruptan olursanız olun, anlayışınız, fikriniz, zikriniz ne olursa olsun, hangi milletten, ırktan, mezhepten olursanız olun ortak bir payda da buluşmaktır Mevlana.Bir bakarsınız Mevlana’nın bir sözü mafya babalarının , ağır abilerin dilindedir, adamlarına ders vermeye çalışıyordur, bir bakarsınız bir siyasetçinin dilindedir, seçmenlerinden oy almak için dillendirmiştir, bir bakarsınız babanın dilindedir, evladına hayat dersi veriyordur, bir bakarsınız bir öğretmenin dilindedir öğrencileriyle paylaşıyordur.Örnekler o kadar çok ki, bunlar sadece bir kaçı diyebileceğimiz nitelikte.


Mevlana dünya zındanını terk etmiş olsa da onca insanı ortak bir nokta da buluşturma gücüne sahip hâlâ.Bunu eserleriyle yapıyor, yaptıklarıyla ve bıraktıklarıyla.Öyle demiyor mu zaten kendi de:

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"


Şimdi onun hayatını anlatmayacam.Zaten onu sizlerde bulup okuyabilirsiniz.Benim anlatmak istediğim başka.Bundan 3-4 yıl önce Konya’ ya gitme fırsatını bulmuştum.Hiç kaçırmadım bunu ve arkadaşla beraber gittik.Aslında gidiş amacımız başkaydı ama bu vesileyle Mevlana’yı da ziyaret etmiş olduk.

İçeri girdiğiniz an sizi bambaşka bir atmosfer sarıyor.Bu tür manevi ortamlara girince insanlar genelde böyle derler ve böyle de olur gerçekten.Ortamın huzuru size de siner bir şekilde.Ama maalesef şunu itiraf etmem gerekiyor ki almam gereken manevi hazzı ben alamadım.Yanlış anlaşılmasın bu tamamen benden kaynaklanıyor.Kendimi turistik bir yer gezen turist gibi hissettim ve bu beni üzdü açıkçası.Kendi kendime düşünüp nerde hata yaptığımı anlamaya çalıştım sonra.Oysa ben yıllardır Mevlana’yı duyuyordum, biliyordum, sözleri dilimden eksik olmuyordu ama onu gerçekten anlamıyor ve sindirememişim içimde.Okuyorsam yüzeysel okuyup geçiyormuşum, oysa yapmam gereken gönül gözünü açıp O nu anlamam gerektiğiydi.

İnsan bilince, daha çok seviyor, daha ilgiyle yaklaşıyor, öğrendikçe sevgisi de pekişiyor.Yakınlık duyuyor ve bundan mutlu oluyor ve ancak o zaman haz alınıyor.Çanakkale’de ne olup bittiğini bilmezsek, iman ve geride bırakılan anaya-babaya, sevgiliye ve vatana olan sevginin gücünü bilmeden gidip Çanakkale Şehitleri’ni gezersek sadece taş duvarlara bakmış gibi oluruz diye düşünüyorum.Bütün bunlara rağmen, o yer bir nebzede olsa huzurundan veriyor.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuşur. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayılır. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırır.


Mevlâna, ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Ve şunu diyordu:

“Ben Mesnevi’yi insanlar üzerlerinde taşısınlar,

tekrarlayıp dursunlar diye değil,

bu kitabı ayaklarının altına alsınlar,

ve onunla uçsunlar diye yazdım.”

Çok sonraları kitapçı dükkanını dolaşırken gözüme bir kitap çarptı.”İslamın Güler Yüzü”.Hemen satın alıp okumaya başladım.Gördüm ki dünyada bizden daha fazla sahiplenenler varmış MEVLANA’yı.

Cemal Aydın’ın türkçeye çevirdiği bu kitap Prof.Dr.Eva de Vitray-Meyerovitch ile Rachel ve Jean-Pierre Cartier’in yaptığı görüşmeyi içeriyor.Sohbet tadında ilerleyen okurken zevk alınabilecek, bilgilenilecek çok güzel bir kitap.Aklıma geldi gene bugünlerde bir bakayım dedim.Bende de öyle bir alışkanlık var, önceden okuduğum kitaplara dönmeyi seviyorum.İkinci okuyuşumda bambaşka şeyler hissedebiliyorum.Şurasına burasına bakayım derken bir bakmışım kitabı tekrar okumuşum.


Aristokrat ve Katolik bir aile içinde yetişip, seçkin tabakaya mensup çocukların okuduğu okullarda eğitim görmüştür Eva.Profesör olup bir çok ülkenin üniversitesinde konferanslar vermiştir.Yüzyılın en büyük fikir ve bilim adamlarıyla beraber olup, onları yakından tanıyıp çalışmalar yapmış biri.Bir gün arkadaşının hediye etmiş olduğu kitap ile İkbal’i, onun aracılığıyla Mevlana’yı keşfetti ve İslam’a kavuştu.İkinci dünya savaşını en kötü şekilde yaşayan Eva açlığa, yoksulluğa ve etrafındaki olumsuz bütün düşüncelere rağmen araştırmayı ve sorgulamayı bırakmamış biri.


“Yanımda kalanlar gerçek dostlarımdı, kalmayanlarda zaten hiç olmamışlardı” diyerek kendisi de ifade eder bunu.


Bu kitaptan da bahsetmek istiyorum inş.

posted by suveyda @ Permalink ¤9:00 AM   2 comments
Tuesday, December 12, 2006
DOST
 Posted by Picasa
posted by suveyda @ Permalink ¤9:02 AM   3 comments
Monday, December 11, 2006
BİR ÖMÜRLÜK YÜZLER


Yüzler var gülen, mutlu olan, yüzler var üzülen, hüzün kokan, utangaç, narin bakışlı, bıkmış, bezmiş, mutsuz, amaçsız, beyhude yüzler, kederli, sıkılgan, kırılgan, sessiz, bir çocuğun bakışıyla gülen, sertleşmiş yüzler, yumuşak yüzler, nurlu,komik , aşık, korkmuş, yalancı,sevgisiz, otoriter, yüzler var maskeli, maskesiz ve yüzler var binlerce bilmediğimiz…

Aranan yüzler var, her zaman görmek istenilen, gülüşüne hayran, bakışına kurban, yüzler var “keşke hiç görmesem” denilen, ekşimiş yüzler var, sirke satan yüzler ve yılların yorgunluğu üzerinde nasırlaşmış yüzler var.

Atalarımızın dediği gibi: “ya sobanız yansın, ya yüzünüz gülsün”

Isıtır demek ki bir gülüş kalpleri, yakınlaştırır, yanı başına alır ya da bir ömür ayrı düşürür asık bir surat.

Aranan, özlenen, hatırlanan, istenilen, hasret çekilen, hayır ile yad edilen yüzlerden olabilmek için…


Yeter ki yüzsüz kalmamak için...

“Odam kireçtir benim, yüzüm güleçtir benim”

Güleç yüzlerden olabilmek için…

.........

Abese Sûresinin 40 . Ayetinde
O gün nice yüzler de vardır ki, toz toprak içindedirler.



Abese Sûresinin 38 . Ayetinde
O gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar,

Gülerler, sevinirler.

Gülen yüzlerden olabilmek duasıyla...

Hayırlı haftalar…
posted by suveyda @ Permalink ¤9:08 AM   3 comments
Friday, December 08, 2006
BOZULDUĞUMUZUN RESMİDİR

Aile üyelerinin bir kaçının şehir dışında olması sebebiyle birkaç gündür annemle yalnızız.Kadın beni esir aldı nerdeyse, umarım kadın dediğim için annem de bana dava açmaya kalkışmaz.

Kapıdan uğurluyor bi ton laf: "erken gel, bir yere takılma, çabuk gel, canım sıkılıyor, bekletme beni"."Anneciğim , güzelim sende beni iyice palyaço yaptın ha " diyorum gülüyo.Neyse emir büyük yerden diyorum ve hiçbir yere uğramadan evde alıyorum soluğu.Buyrun komutanım hizmetinizdeyim diyorum başlıyoz kadını eğlendirmeye.

Aslında konu annem değil tabiki, başka bişey anlatmak istiyorum. Baktım annem televizyon bakıyor, bende bakayım dedim az.Kanalları karıştıryorum, bir kanalda bakıyorum bir sürü insan toplanmış, hayırdır ne oluyor, gene mi bir olay demeye kalmadan mesele anlaşılıyor.Program kadınları yenileme programı gibi bişey.Çünkü bir kadın ancak bu kadar manen bozulabilir ki madden düzeltilmek istensin.

Kadın şöyle diyor: "benim iki tane çocuğum var, evliyim, yaş 35, ama bir sabah uyandım ki kendim için bu zamana kadar bir şey yapmadığımı fark ettim.Karar verdim bundan sonra kendim için yaşayacağım".
Ben tabi şok olmuş bir vaziyette "haydaaa" demekle kalıyorum hemen ardından karşısındaki estetisyenler soruyor:"ne oldu da bunca sene sonra böyle bir karara vardınız, neden bunca sene değil de bugün".
Kadın da ki cevap asalet dolu: "bir sebebi yok, öyle işte".İşte kadına bakıyorlar, daha nasıl gençleştirebiliriz,nasıl güzelleştirebiliriz düşünceleri arasında diğeri geliyor.

Onun hikayesi daha içler acısı.Teferruata girmeden şunu söyleyebilirim, bayanın tek arzusu dansöz olmakmış ve oda iki evlada sahip biri.Tek hayali de İbo Show da gösteri yapabilmek.Çok afedersiniz ama ben içimden de dışımdan da "yuh" diyorum.

Bilmiyorum ya, benim anlayış seviyem mi düşük yoksa bunlarınmı çok yüksek çözemedim daha.Ne oluyor bu bayanlara?Nasıl bir mizaçtır bu, nasıl hayallerdir bunlar?Hadi anne olmasan, çocukların olmasa empati kurup seni anlamaya çalışacam ama bu şekilde dinlemek bile mümkün değil.Hayatı yarılamış bir annenin nasıl böyle hayalleri olabilir?
Benim bildiğim ondaki tek hayal, evlatlarını okutmak, vatana millete ve kendisine hayırlı evlat yetiştirmek ve nihayetinde mürüvetlerini görmek olur.Annelik olgusunun bile içini boşaltmışlar, biz böyle mi sağlıklı bir nesil yetiştirecez?Bir evladı yetiştiren, ona şekil veren baba değil annedir ve bir anne böyle hayaller kurabiliyorsa ben düşünürüm ki orda bir bozulma, bir çürüme var.Teşhircilik kanımıza işlemiş artık.Balık kokarsa tuzlardık ama şimdi tuz kokmaya başladı.Değişmesi gereken bedenler değil, ruhlar olmalı.Anne çökerse, aile de çöker, aile çökerse, toplum da çöker.Daha nereye kadar çökebiliriz ki, dibe vurmadık mı artık?

Sürekli evlatların sorumsuzluk ve düşüncesizliğinden şikayet eden bizler buna nasıl bir kılıf uydurabiliriz ki?

Bedene neşter atabilirsiniz ama ya ruhuna!
Ne diyeyim ki, kelimelerin tükendiği an bu andır.
ALLAH sonumuzu hayretsin.

Gidişat gidişat değil ama beterin beteri vardır derler ya, daha beteri ne olabilir diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

Bir taraftan şaşkınlığımı atmaya çalışırken hemen kanalı değiştirdim.Sonuçta annemle beraber izliyorduk.Ya annem de bir sabah uyanıp "artık kendi hayatımı yaşamaya karar verdim" derse ne yapardık biz.
Kadını zehirlemeden son vermek gerekiyordu bu çin işkencesinden beter duruma.
Anne bakma sen onlara "ben varım" , daha büyük değişiklik mi olur muş hayatında diyorum bende.

Şimdi kendimize soralım bakalım yapılan hata nedir?
En kötüsü de uçurumdan yuvarlandığımız halde hatamızı da anlayamamak!
Öyle bir bozulduk ki düzelmemiz mucize artık.
Yapmayın Allah aşkına ya.
posted by suveyda @ Permalink ¤8:40 PM   5 comments
HAYIRLI CUMALAR...
Vaktiyle Bağdat Çarşısında büyük bir yangın olur.

Her taraf yanıp, kül olur.Bütün çarşı dükkanları yanar.Müslümanların servetleri bir anda yok olup gider.

Sırr-i Sakati, bir an düşünmeden hasbel beşer bu haberden memnun olur "Elhamdülillah" der. Fakat Hazret hemen kendine gelir.

Bütün müslümanların dükkanları kül olmuş, kendi dükkanının yanmadığına sevinip, "Elhamdülillah" diyerek, Allah'a hamd etmesi, şükretmesinden dolayı tam 30 sene Allah'dan affını istemiş, 30 sene istiğfarda bulunmuş, o felaket anında kendini düşündüğünden dolayı kendini affetmemiştir.

Halbuki bize göre bu hareket normaldir değil mi?Ama büyük adamlara göre, kendini düşünüp müslümanların dertlerini unutmak , hakiki müslümanlık ölçüsü değildir.

Hazret dostlarına anlatırmış:
"Bir defa ansızın sevinç içinde "Elhamdülillah" dedim, 30 senedir o günahın affı için Cenab-ı Hakka gözyaşları içinde istiğfar ediyorum, günahımın bağışlanmasını diliyorum" dermiş.

CUMANIZ MÜBAREK OLSUN...
posted by suveyda @ Permalink ¤8:30 AM   3 comments
Thursday, December 07, 2006
KENDİ KUYUNA DÜŞMEK
Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi asla başkasına yapma!
posted by suveyda @ Permalink ¤8:29 AM   6 comments
Wednesday, December 06, 2006
DİKKAT DİKKAT SES BİR Kİ ;)
Merhaba arkadaşlar.
Sanırım kamuoyuna bir basın açıklaması yapmak şart oldu önemsiz bir mesele de olsa.En son yazımı cumartesi asmışım buraya.Bir ara yazasım yoktu yazamıyordum, duraklama devrine girmiştim, sanırım şimdi çöktüm.İyi haber olarak şunu söyleyebilirim yazasım var şimdi ama yazamıyorum.Yazmamamın sadece teknik sebepleri var.Bazan diyorum bir ölüm haberi olsa ruhumuzun haberi bile olmayacak.Kim gitti, kim kaldı, hiç olmamış, yaşamamış gibi olacak burda.Herşeye rağmen “kara haber tez duyulur” tezine inancım ve güvenim dolayısıyla başımıza bir şey gelirse nasılsa bir şekilde duyulur.Olay şu ki:en kötü tabirle yamuldum biraz.Güzel bir tabirle belim tutuldu.Acıyla kıvranarak geçen 3-4 gün dışında değişen bir şey olmadı.Hasta psikolojimle birkaç kişiyi çıldırtmak ve düştüğümüz durumla gene birkaç kişiye alay konusu olmak için malzeme vermek dışında.Çünkü 90 derece bir duruşla duruken 75 derece gibi bir eğime düştüm.Soğuklar çarptı biraz diyelim.Ceyranda kalmanın bedelini de böyle ödemiş oldukHastalıklar günahlara kefaret olurmuş, inş öyle olur.Şükürler olsun vaziyeti bayağı düzelttik, belki 1, bilemediniz 2 derece sapma olabilir.Oda geçecek inşaAllah.Tekrar Rabbime şükürler olsun iyiyim şimdi.

Hasta olmanın tek güzel yanı isteklerinizi gerçekleştirecek birilerinin etrafınızda olmasıdır sanırım.Bende bu anları hiç kaçırmam hep değerlendiririm.Şunu getir, bunu getir diye başlayan cümlelerin ardı arkası kesilmiyor.Ne yazık ki, ne kadar istekleriniz de olsa hastayken hiç birinden zevk alamıyorsunuz.Olayın en berbat yanıda bu olsa gerek.Şöyle rahat rahat gezmedikten, zevkle yiyip içmedikten sonra bir anlamı kalmıyor isteklerinizin gerçekleşmesi de.Allah korusun beterin beteri vardır elbette.İnsan bir acı hissedince bu ufacık olsa bile bütün acısı o küçücük nokta da toplanıyor ve en büyük acıları kendisinin çektiğini sanıyor.Halbuki kesinlikle öyle değil, ne acılar çeken insanlar var.Bizimkisini rahat battı servisinde yatmakla geçebilen bir rahatsızlık kategorisine sokabiliriz şu halde.Bunu şurdan anlayabiliyorum.Benden daha ağır durumda diye tabir edebileceğim bir arkadaşım durumunu anlatınca “anlıyorum” demiştim.Hiç anlamamışım aslında.Ne kadar zor durumda olduğunu fark edememişim.Dostum eğer bu satırları okuyorsan şimdi seni daha iyi anlıyorum, bunu bil.Zaten ne olduysa o ördek muhabbetinden oldu.Ördekler çarptı bizi::).

En güzeli, ne Barış Manço’nun hakkını yiyelim, ne de padişahımızın, yazımızı şu sözlerle bitirelim.


“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Han senin hamam senin konaklar senin
Tarla senin çiftlik senin bağ bostan senin
Diyelim ki dünya malı tümünden senin
Ağız tadıyla yersen bir şeye benzer
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”

Şimdi gidip dost ziyaretlerinde bulunayım.Özlemişim buraları.Dükkanımızın kepengi açılmıştır, devam edecek inşaAllah.

Klasik bir laf olsa da geçerliliğini hiç yitirmeyecek olan bir laftır.Herşeyin başı sağlık ve sağlık olsun.Sağlıklı günler sizlerle olsun.
Sağlıcakla kalın efendim…
posted by suveyda @ Permalink ¤2:19 PM   18 comments
Saturday, December 02, 2006
DENEDİK OLMUYOR
Aşk, başkasında kendini sevmektir.Onda kendimizi arar ve kendimizi aradığımız için hep mükemmel olmasını isteriz.

İlk başlarda ufak bir elektrikle ışıldayan aşk ateşi, yerini keşfe bırakır.
Yeni bir ülke bulmuş gibi kısa sürede tanıyabilmenin sancısı yaşanır.


Benim gibi düşünüyor mu?
Benim gibi yaşıyor mu?
Tuttuğu takım, sevdiği sanatçı, etkilendiği yazar…
Hangi renkleri, nasıl giysileri giyiyor?


Sonuç pozitif ise sorun yok ama negatif sonuçlar varsa savaş başlıyor.Elimizde çekiç, onun fazlalıklarını yontup atıyoruz.
Kopyamız oluncaya dek törpülüyoruz kimliğini.
Sonunda oluyor istediğimiz.
Eserimizin karşısına geçip “Tamam oldu” diyoruz.


Ya sonra?
Sonra monotonlaşıyor hayat.
Polemik bitiyor.
Konu bulamıyoruz.
Tüm ülkeyi avucumuzun içi gibi bildiğimizden bu şehirde yaşamanın anlamı kalmıyor.
Tekrar denizaşırı ülkeler kemiriyor hayallerimizi.
Ondan bıkıyoruz.
“Sen eskiden böyle değildin” tartışmaları başlıyor.
Ve onunla olmanın yalnız başına kalmaktan farkı kalmayınca “Hoşça kal” diyoruz.


Bir türlü anlayamıyoruz nedense kendimizden bıktığımızı.
Tekrar yola koyuluyoruz “farklı insan” bulmak için.


Aslında bir sevebilsek kendimizi, onu da seveceğiz, bunu düşünemiyoruz bir türlü, çünkü kendimizi sevmekten korkuyoruz.

Bir aşk daha bitiyor.
Ve nedense üstünde on dakika bile düşünmüyoruz.

Adı “yapamadık”, soyadı “denedik” oluyor.

Yine bir merhabayla yeni bir heykele başlıyoruz, “denedik olmuyor” diyene dek.

Bülent Akyürek

posted by suveyda @ Permalink ¤9:07 AM   10 comments
Friday, December 01, 2006
HAYIRLI CUMALAR...

IV.Murat zamanında İbni Kemal adında bir alim varmış.
Ancak ilmiyle mağrurmuş, kibirliymiş.Bunun için halkla pek iletişim kurmaz, onlarla oturup kalkmazdı.

Bir gün, bir çoban İbni Kemal'i ziyarete gelir ve bir sorusunun olduğunu söyler.Ancak kapısında adamları vardır ve çobanın önce bunları geçmesi gerekir.Kapıdakilere bir sorusunun olduğunu söyler ve şöyle cevap alır:

"senin sorun varsa; müftü var, hoca var, onlara sorsaydın ya"

Çoban: " ben onlara da sordum ama cevap alamadım, Kemal efendiye soracağım"

Adamları iletir, oda aynı karşılar ve sonra huzuruna alır.

Çoban sorar:
-Allah'ın ilmi ne kadardır?
İbn-i Kemal bir daire çizer ve Allah'ın ilmi bu dairenin içinde kalan alan ve dışında kalan alandır.
Peki tatmin oldum der çoban.

-Peygamberin ilmi ne kadardır?
Dairenin içinde kalan alandadır.
Peki bundan da tatmin oldum der çoban.

-Bu zamana kadar gelen 124 peygamberin ilmi ne kadardır?
İbn-i Kemal dairenin içine bir daire daha çizer.Bu dairenin içinde kalan alandadır ilimleri der.
Çoban bundan da tatmin olur ve ,

-Pirlerin, mevlevilerin ilmi ne kadardır? diye sorar.
Bir nokta yapar bu kadardır der.
Çoban son bir sorum var der.

-Peki senin ilmin bu noktanın neresinde?

CUMANIZ MÜBAREK OLA...
posted by suveyda @ Permalink ¤8:11 AM   3 comments

about me
gelirsin gidersin dostumsun, gelmezsin gitmezsin neyimsin
Udah Lewat
Archives
Dua
Allah’ım, Sana tutunuyorum, Kimsenin yere atmasına izin verme beni. (Sadi)
Martı

“Yaşamak için ne çok sebep var,” diye düşünüyor uçmanın anlamına vardıkça. Kabiliyetlerinin sınırlarını aşmak, onu yaşatan en büyük sebep. Onun için balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka sebepler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi hür olabiliriz!

Böyledir

Başkasını kıran, inciten bir insanın kendisi de bundan mutlaka yara alır.Kötülüğün oku mutlaka geri döner

Budur

Ne gökte, ne denizde, ne dağların içinde, ne de ormanların kuytu bir köşesinde, hiçbir yer yoktur ki, insan yaptığı fenalıktan, karşılığını görmeden, kurtulup sıyrılabilsin

Arkadaşlar
Designed-By

Visit Me Klik It
Credite
15n41n1