Saturday, October 28, 2006 |
HİÇ YAZASIM YOK |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤9:48 PM |
|
Friday, October 27, 2006 |
HAYIRLI CUMALAR... |
Bir adam, çok sıcak bir yaz günü buz satıyor, bir yandan da:
“SEMAYESİ TÜKENEN ADAMA YARDIM EDİN!” diyordu.
Bu sözünde haklıydı.Çünkü buz eriyordu.
Oradan geçmekte olan Cüneyd Bağdadi, bu sözü işitince, bir an durakladı , sonra düşüp bayıldı.
Ayılınca sordular, “Ne oldu sana böyle?”
Cevap verdi:
-Eriyen buz değildi, ömrümdü!
HAYIRLI CUMALAR... |
posted by suveyda @ Permalink ¤9:19 AM |
|
Thursday, October 26, 2006 |
KÜÇÜK ŞEY YOKTUR |
"DİKKAT ET HER ŞEY BİR ŞEYİ GÖSTERİR!"
Her şeyin yeri, değeri ayrı.Kurbağayı elbette sabana koşamayız.Ama onun ayağının taşıdığı değere Galvani yönelmiş, bu ise elektrik pili keşfinin başlangıcı olmuştu.
Penisilini icat eden Fleming, bir tabak içindeki küflerin civarındaki mikrop yaşamadığına dikkat ederek meşhur ilacını bulmuştu.Halbuki Fleming'e gelinceye kadar milyonlarca kişi, küfü görmüş fakat önemsememişti.
Alp dağlarında dolaşan Leonarda da Vinci ise rastladığı bir midye fosilini dikkatle inceleyerek Paleontoloji denen ilmin temelini atmıştı.
Ne kadar önemsiz görünürse görünsün, hiç bir şey yoktur ki, dikkatle bakılsa bir sonuç sağlamasın.
Kristof Kolomb'un, Amerika'nın keşfiyle sonuçlanan ünlü yolculuğunun uzaması, tayfaları isyan ettirmek üzereydi.O esnada geminin yanından geçen bir deniz otunu Kolomb'un görmesiyle durum birden değişti.Karaya yaklaşılmıştı artık.
Samuel Brown, Tweed ırmağı üzerine ucuzca nasıl bir köprü kurarım, diye düşünürken, bahçesinde asılı bir örümcek ağı gördü.Dikkatle inceledi ve "Demir ipler ve zincirlerle, tıpkı bunun gibi bir asma köprü kurulabilir" sonucuna vardı.İlk asma köprü inşasının kısa öyküsü budur.
Stothard, renk kombinezonu sanatını, kelebeklerin kanatlarını dikkatle incelemek suretiyle öğrenmişti.
İnsan biraz dikkatle baksa, küçük şeyler ne kadar değerli bilgiler verir. Newton'un başına düşen elma, işte bunlardan biri...
İNSANA EN İYİ DENEYİMİ ZORLUKLAR KAZANDIRIR.
Edison, elektrik ampulunu icat ederken, ampulün içine konacak 3000'e yakın maddeyi denemiş, başarı gösterememiş, bunun üzerine arkadaşları onu bu işten vazgeçirmeye çalışmıştı.Hatta bu durum Steven Teknoloji Enstitüsü tarafından da protesto edilmişti. Bun karşı Edison'un cevabı şu olmuş:
-Beyler, evet, 3000 maddeyi denedik, hiçbir netice alamadık.Fakat bu denemelerden, üçbin maddenin hiçbirinin işimize yaramayacağı sonucunu da almadık mı? Son olarak kömürü deneyen Edison, ışığı bulmuştur.
Frengiye karşı kullanılan bir ilaç vardır ki, ismi 606 dır.İlaca bu ismin verilmesinin sebebi, onu keşfeden adamın 605 deneyimin başarısızlığa uğramasına karşın , karar ve ve fikrinden, azim ve inadından bir şey kaybetmeden deneylerine devam ederek 606 ncı formülde meşhur ilacı bulmuş olmasıdır.
Polaroid'i kuran ve anında sonuç veren fotoğrafçılığın mucidi olan Ed Land, duvarına üzerinde şu sözlerin yer aldığı bir levha asmıştı:
"YANLIŞ, FAYDASINI HENÜZ BİR AVANTAJA DÖNÜŞTÜREMEDİĞİN BİR OLAYDIR"
Sabır, pozitif düşünme kudretidir.Sabretmek, insanın arzu etiği hedefe doğru sürekli direnç göstererk sonuca varmasıdır.
ALLAH KATINDA EN SEVİMLİ İŞ, AZ DA OLSA DEVAMLI OLANDIR.(hadis)
Bizi hayattan şikayete sevkeden şey, karşılaştığımız zorlukların büyüklüğü değil, irademizin zayıflığıdır.(jeremy taylor)
Dağcılar, Everest'in ilk yamaçlarına uzaktan baktıkları zaman, her şey engeldi onlar için.İlerledikçe geçit buldular kendilerine.Bunun içindir ki, her şeyin isteğimize engel olacağına önceden ve uzaktan karar vermek, istemek değildir(alain)
İnce ince yağan yağmur pek bol değildir ama, toprağın derinliklerine kadar işler.Taşı delen, suyun kuvvetinden çok, damlaların sürekliliğidir.Zaferi bu çaba ve devamlılık sağlar.
Çok, azların sabırlı bir toplamıdır...
KEMAL URAL Küçük Şey Yoktur |
posted by suveyda @ Permalink ¤11:11 AM |
|
Tuesday, October 24, 2006 |
BAYRAMDAN MANZARALAR... |
Bayram çiçeği diyelim biz buna.Bitkilerle aramda özel bir empati var.:)Zaten bu kadar zaman nasıl böyle sağlam kaldı ben de şaşırdım kaldım.Nasılsa bir Allah'ın kulu koparır bunu, kendi gidecek bari resmi kalsın.Bloğumda misler gibi koksun:)
Bugün BARAJIN suları dolacakmış.ÇORUH NEHRİM setler kurdular sana, hızını kestiler hızını.Benide az korkutmadın ama.Birazda sen kork şimdi bakalım.Çok sitemli gördüm kendimi:)
BARAJA su dolacaktı ama daha işleme yeni başlamışlardı üstelik çok sıcaktı.Piştik piştik.Tam dolumunu izleyemeden geri geldik, zaten bayram bayram bu taş yığınları arasında ne işimiz varsa.Bu akşam dolar heralde yarın artık dolmuş halini görürüz:) Bunlarda barajın kapakları.Görüldüğü üzere henüz kapakları kapanmamış.Etrafıda yeşillendirmişler çok güzel olmuş.Yakında piknik yapmaya buralara geliriz, baraj manzaralı:)...İşin komik bir tarafı da şu: millet poşet, moşet ne bulduysa toplamış suyun etrafında toplanmış balıkları bekliyorlar.Daha önce bu barajın bir koluna su doldurulmuştu bir sürü balık çıkmış orda, millet toplayıp gelmiş.Adamlar akıllı, benim gibi balık sevmeyen değilller ki...Bu balıklarında üç saniyelik hafızları olmasaydı daha çok yaşarlardı ama yaratılışları böyle bi kere.Bununda bir hayrı var elbet... Şimdi bu ne diyeceksiniz?Dediniz bile, itiraf edin ben duydum:).Olay şu: şu anda burda bir hırsızlık olayı cereyan ediyor.Kardeşim markette bir kolye görmüş.Beni, göstermeye götürdü.Kolyeyi inceleyip, eve gelince yapacakmış hanfendi.Bu arada kardeşim takı işleriyle uğraşıyor, kolye, yüzük, bileklik vs vs tasarlıyor, yapıyor.(bi ara onlarıda gösteririm).Neyse gittim baktım, beni bunla uğraştırma dedim çekelim fotoğrafını eve gidince de yaparsın dedim.E tabi bu dahiyane fikrime bayıldı ve çektik.Şu anda kolye yapım aşamasında onuda yarın gösteririm, yerleri boncuk götürüyor:))
Biyyy, ikiiiii, ucccc, dottttt, bessss, yediiiii, dokuzzzz.Ne olacak biz saklambaş oynayamaz mıyız?.Çokta güzel oynarız.Hele ki halasının gülü sayarsa daha bi güzel oynarız.Halaaa, halaaa neydesinnnn?Dermiyim hiç, arada bul bıcırık.Allah'tan önüm arkam, sağım solum sobe bilmiyo.Öğretir miyim hiç:))
Üfff ammada yorulduk.Vakit yeme içme vaktidir.Boşunamı yaptık onca şeyi.Şimdi benim bu masaya oturduğumu sanıyorsanız çok yanılırsınız.Bu çocuklar olduğu sürece o biraz zor.Suveyda, kül kedisi hadi mutvağa çocukların yanına:))Birde kağıtlı kurabiyeler yaptık, kurabiye içine bişeyler yazıp kağıtlar koyduk.Millet acaba bana ne çıkacak diye kurabiye canavarı oldu.Susam sokağında vardı bi tane kurabiye canavarı aynı onun gibileri dolaşıyor buralarda:))
kötü haber: çocuklar yarın gene geliyormuş iyi haber: ben bu çocukları seviyorum ya...
HERKESE HAYIRLI HUZURLU BAYRAMLARIN DEVAMI DİLEKLERİMLE... dipsel not:bunu ikinci defa ekliyorum.azcık teknolojinin azizliğine uğramış bir durumda olarak, aynı olay olursa kapatır giderim.Senlemi uğraşacam ben bayram bayram:)
|
posted by suveyda @ Permalink ¤12:05 AM |
|
Monday, October 23, 2006 |
GÜLE GÜLE SULTANIM |
Güle güle sultanım, güle güle.Bizlerden gülerek ayrıl olur mu?Biz ardında boynu bükük, senden ayrılmanın hüznüyle kalırken sen bizden öyle ayrılma olur mu?Hüzün dolu şimdi bizim kapılarımız, evlerimiz senden ayrılmanın üzüntüsüyle suskun, bizler şimdiden seni özlemenin hevesindeyiz.
Gene gel olur mu?Gene geldiğinde bizi bul olur mu?Bilinmez, belkide sen geldiğinde biz burda olmayabiliriz, yerimiz çoktan boşalmış olur ama sen her daim olacaksın.Umarım tekrar karşılarız seninle, umarım sen geldiğinde biz yine yerimizde oluruz.
Şimdiyse hoşçakal yazılı gönül mahyamızda.Hoş kal bizlerden ve hoş ayrıl.Sana layık olamadığımız durumlar olmuştur, kusurumuza bakma, tevbe etmemize yetişen zamanlarımızı iyi değerlendirmemizi sağla.Sen giderken arkanda bıraktığın bizleri unutma.
Şunu bil ki; özledik seni şimdiden, gidişine zaman ve mekan eklenince daha çok özleyeceğiz.Artık koşarak yetişecek iftarlarımız olmayacak topluca, ya da uykulu gözlerle uyanıp ne yediğimizi bile anlamadığımız sahurlarımız da olmayacak.Pide kuyruklarımız, bir bardak suya özlemimiz, koşuşturmalarımız, yetişmelerimiz de olmayacak.Diyorum ya sen hep yetişilecektin ve hep özlenen olacaktın.Biz de bize düşen en güzeli, seni özlemeyi becerebiliyoruz ancak.Seni özlediğimizi duy ve bil olur mu?
Şimdi benim satırlarım seninse saatlerin biterken bizlerden razı ol.Bizlere güzel bir ay yaşattığın için teşekkür ederim Sultanım.
Ve bizlere güzel bir bayram armağan ettiğin için teşekkür ederim Sultanım...
Güle güle Sultanım, güle güle. Bizlerden gülerek ayrıl olur mu? Biz seni bekliyor olacağız, gene gel olur mu? Şunu da unutma SENİ SEVİYORUZ Sultanım. On bir ay nasıl seni seviyorsa biz de öyle seviyoruz Sultanım...
Güle güle...
HERKESİN BAYRAMI MÜBAREK OLSUN, CEPLERİ ŞEKER DOLSUN:))
|
posted by suveyda @ Permalink ¤12:34 AM |
|
Saturday, October 21, 2006 |
BIDI BIDI, BIDI BIDI ;) |
"ne sevdiğim çabuk unuttun beni, yanık şefik gibi guruttun beni" çok tatlı çocuk:) DİNLEYİN
|
posted by suveyda @ Permalink ¤9:54 AM |
|
|
ÖMÜR GEÇER, GEÇER ÖMÜR |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤9:17 AM |
|
Friday, October 20, 2006 |
HAYIRLI CUMALAR... |
Ünlü bir dokumacı, dokuduğu kumaşı satmış.
Daha sonra o kumaş parçasında bir kusur görülmüş ve geri çevrilerek bedeli istenmiş.
Dokumacı parayı vermiş, fakat gözlerinden yaş gelmiş,
Sormuşlar:
"Niçin ağlıyorsun? Kumaşı geri verdik diye ise üzülme.Alıp gidelim ve paranı geri verelim."
Dokumacı:
"Hayır, kumaş için ağlamıyorum, " demiş.
"Onun bir kusuru görüldü ve geri çevrildi.Fakat ya ömür boyu yaptıklarım, Allah'a arzolunduğu zaman , böyle bir kusur yüzünden geri çevrilecek olursa, ne olur benim halim? Ben bunu düşündüm de ağladım.Hayat, kumaş gibi değil ki, düzeltilsin, ya da tekrar dokunsun.O, sadece bir kere gelir geçer."
Herşey bir hatırlatmadır bize...
CUMANIZ MÜBAREK OLA...
|
posted by suveyda @ Permalink ¤10:47 AM |
|
Thursday, October 19, 2006 |
HOŞGELDİN GÜZELLER GÜZELİ |
Bazan öyle sıkıntılarımız, öyle anlatılmaz dertlerimiz olur ki.Kendimize sorsak dahi cevabını alamayamayacağımız sebepsiz sıkıntılar işte.Gelir oturur, ya beynimizi kemirir, ya da kalbimizi dar eder, boğazımız da düğüm düğüm olur.Nefes almak isteriz, alırız da ama bizim istediğimiz bu değildir.Şöyle uzun soluklu bir nefestir alıp vermek istediğimiz.Ciğerlerimize çekince bir ohh diyebileceğimiz anın hayalidir bu.Bizi olduğumuz yerde dahi dar hissettiğimiz, hiç bir yere sığamadığımız, nereye olduğunu bile bilmeden kaçmak istediğimiz, bir şey aradığımız, bir şey işte ne olduğunu bile bilmeden sadece bir tatlı huzur koşuşturmalarıdır bunlar.Derde derman kapılarına gideriz, anahtarımıza uygun kapıyı ararız.Oysa çoğu zaman aradığımız bu değildir.
Ve o huzur bir çiviye tutunurcasına evimizin duvarında , tozlu raflarımızın arasında duruyordur.Elini uzatırsın, kalbinle beraber ve aradığını bulmuşsundur.Evet budur dersin, aradığım tam olarak budur.Tarifi imkansız bir huzur dolar kalbine, ruhuna, bütün bedenine her zerrene.Kim açıklayabilmiştir ki bunu, hangi bilim adamı bunun formulünü bulmuştur.Hiçkimse ama hiçkimse.Tarifsizdir işte.
Karanlık , sıkıcı, boğucu, herşeyin, herkesin üzerimize geldiğini hissettiğimiz anlarda koşarcasına gittiğimiz bir sığınak gibidir orası.Daldıkça kaybolduğumuz, kayboldukça kendimizi bulduğumuz bir kuyu ama bir o kadar da yıldızların aydınlattığı arz gibidir.Manevi bir iklimdir her mevsimini yaşayabileceğimiz, her çiçeği koklayabileceğimiz.
KURAN-I KERİM. Yeryüzü semalarına değince yer aydınlandı seninle, sen "ikra" dedikçe biz kendimizi daha çok bulur olduk, sen "ikra" dedikçe seni daha çok anlar olduk, sen "ikra" dedikçe gönlümüz gül bahçesine döndü, sen "ikra" dedikçe iki cihanda saadeti bulduk ve sen "ikra" dedikçe biz daha çok "ikra" dedik, illa da "ikra" olacak dedik.
Ve ALLAH' ın adıyla ikra dedik.
Küsme bize, darılma ne olur, seni duvarlarımıza mahkum ettiğimiz için gönül koyma bize.Biz hata yaparız, kuluz nihayetinde hemde büyük hatalar yaparız ama ne olur sen bizden ırak durma.Bize bişey olsa yine koşup geleceğimiz yer senin yanındır, bize huzur verecek olan yine senin kelamlarındır.Biliyoruz bunca yazarın, bunca şairin onca sanatla, onca usulllerle yazılmış hiç bir cümlesi senin kadar huzur vermeyecek bize.Belki dilimizde hoş bir tad kalacak ama sen başkasın.Kalbimizde kalacaksın sen hiç etkisi geçmeden ve izin hiç silinmeden.Ve ne olur hep orda kal, hiç çıkma oradan, senin yokluğun demek bizim yokoluşumuz demek ve senin yokluğun demek bizim hüsrana uğramamız demek.
Şimdi hoşgeldin bize, dünyamıza, yaşadığımız arz'a, evimize, hanemize,çocuklarımıza, mevlütlerimize, mezarlarımıza, davetlerimize, şenliklerimize, gecelerimize, gündüzlerimize ve her daim vaktimize, gönlümüze hoşgeldin ve iyki geldin.
Sen gelince melekler doluyor evlerimize, saf saf duruyorlar bir namaz edasında, Peygamber (a.s) misafirimizmiş sanıyoruz her satırında, ve ALLAH'a şükrediyoruz, hamdediyoruz, dua ediyoruz, secdelere kapanıyoruz ve diyoruz:
ALLAH' ım şükürler olsun bana bunları nasip ettiğin için, ALLAH' ım şükürler olsun bana bunları yaşattığın için ve ALLAH' ım şükürler olsun bu biçare gönlü senden habersiz bırakmadığın için...
ve secde , ALLAH'ım sana yaraşır bir kul olmayı nasip et bana...
Hoşgeldin aramıza Kitapların en güzeli , hoşgeldin Kuran-ı Kerim...
ALLAH' ım doldur bu gece ve her gece evlerimizi meleklerinle, senin yanında bir toz zerreciğince sayılabileceğimiz dünyada ki evlerimizin ev sahiplipliği için misafirimizi iyi ağırlamayı nasip et bizlere,
ALLAH' ım Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, bizleri bağışla,
Ve bizlere salih ameller nasip eyle...
ve
ve
ve . . . . dilimizin döndüğünce, kalbimizin söylediğinceye kadar,,,
binlerce kere amin...
KADİR GECENİZ MÜBAREK OLA... |
posted by suveyda @ Permalink ¤10:23 AM |
|
Wednesday, October 18, 2006 |
SENDEN AYRILIRKEN |
belki bir daha asla olamayacak, sımsıkı kucaklaşmalardır.
"iyi dilekler" dir Ramazan yüzyıllardır süregelen bir paylaşma dönemini ıskalamayın...
Ramazan Güzeldir |
posted by suveyda @ Permalink ¤10:34 AM |
|
Tuesday, October 17, 2006 |
KALEMİN HİKÂYESİ |
Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu: "Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı?"
Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi: "Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin."
Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.
"İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki!"
"Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.
"Birinci özellik:
Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Allah'tır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.
"İkinci özellik:
Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.
"Üçüncü özellik:
Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir."
"Dördüncü özellik:
Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın."
"Beşinci ve son özelliği ise
her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın."
Paulo Coelho |
posted by suveyda @ Permalink ¤11:48 AM |
|
Monday, October 16, 2006 |
YENİ BİR HAFTA DAHA |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤10:58 AM |
|
Sunday, October 15, 2006 |
TATİLİN Mİ VAR DERDİN VAR ;) |
Çocuklarla geçen bir pazar.Halaaaaa, ablaaaaa, halaaaaa, ablaaaaaa, halaaaaa, ablaaaaa,yeterrrrrrrrr:)))
Bu SUDENAZ.Yeğenim olur hanfendileri.Ağzı hiç durmaz, ya konuşur ya da bir şeyler yemekle meşkul olur.Halacım, beni markete götür, parka götür en sık kullandığı cümleler.Tamam markete gidilir birşey almayacağına dair söz verilir ama hiç bir zaman tutulmaz.Şöz hala şöz.Vıdı vıdı vıdı vıdı:)))
Bu hanfendi MELİKE hanım.Kuzenim olur kendileri.Sürekli mutlumusun diye sorar.Mutlu değilsen sebeblerini sorar.Ne hikmetse kendisi her zaman mutludur.Neden mutludur?Çünkü benim kalbim var, oyuncaklarım var çok mutluyum der.Ha bide üstüne senin kalbin yokmu der, ne diyeceğini şaşırtır bırakır.Mutlu kız ne olacak:)))
Bu hanım kızımız SENA.Buda kuzen olur eski dilde amcazade diyelim buna.Afacanmı afacan, dilbazmı dilbaz.Herşeye bir cevabı vardır.Onunla konuşmaya başlamak hayatın en büyük hatalarından biridir.Oyuncaklardan tutunda spordan siyasete her konuda konuşabilirsiniz onunla.Çenesi düşük tabiri sanırım bu bıcırık için en uygun olanı.Abla yemek yemeyecekmiyiz, ne yiyecez, ne zaman yiyecez, gene yiyelim en aşiyan cümleleri.Aklı fikri yemektedir:)))
Kuzen SENA ve yeğen FARUK EMRE.Çete bunlar çete.F.Emre yeni okula başladı.Önceleri her ne kadar okula gitmemek için direndiysede şimdi okuldan başka bişey konuşmaz oldu.Hala, buraya gidelim,hala şuraya gidelim, çarpışan arabalara binelim, dondurma alalım, senalara gidelim....Bitmez:)))
FARUK EMRE, SUDENAZ, SENA.İşleri güçleri yemek yemek, yaramazlık yapmak dedim ya.Al işte ıspatı.Bakmayın böyle masum durduklarına.Ne yere bakan yürek yakanlardır onlarrr.Onu koltuğa dökerseniz varyaaa:)))
Gene SENA hanım.Kıvır kıvır saçları, bağla desen bağlamaz.Dağınık bir kız olacak bu canım belli halinden.Abla beni çekiyonmu, bak gülecem sana, bak gülüyom işte, güldüm gördünmü.Gördüm gördüm :))) Hımmm, BÜŞRA hanım.Yada buna mimik kız diyebiliriz.Mimikleriyle meşhurdur.Bir ara bana poz verecekmiş mimikleriyle.Okula başladı kendileride.O kadar anlatacağı var ki eline bir geçirirse car car car car...Okulda şöyle oldu böyle oldu, arkadaşlarım var, öğretmen şarkı öğretti, söyleyeyim mi.Söyle Büşra söyleee.Dinleyen biter, anlatacakları bitmez bunun:)))
Veeee KEVSER hanımımız.Tam çözemediği konuşmasıyla bir dırdırcı da bu.Bu yeni nesil çocukları ne kadar geveze.Ne elleri duruyor, ne ayakları ve ne de en çok dilleri:))) İYİ PAZARLAR HERKESE... PAİ PAİ:)))
|
posted by suveyda @ Permalink ¤8:30 PM |
|
Saturday, October 14, 2006 |
NELER OLUYOR BİZE |
Ne oluyor bizlere gene.?Ne oluyor okullarımıza, öğrencilere, öğretmenlere.Ne çok duyuyoruz bu cümleleri.Her gün, her akşam, her ana bültende, her gazete sayfasında, gözümüzün önünde.Artık böyle şeyleri duymak görmek için bir yerleri izlememiz gerekmiyor ne yazık ki her yerde olmaya başladı.
Geçen gün iftara on dakika vardı.Çok hoş bir sahneyle karşılaştım.Balkondan bakarken sokaktan çocukların sesi geldi.Dört beş çocuk “öğretmenim, öğretmenim” bağrışmaları arasında caddeye yayılmış bir şekilde karşıdan karşıya koşuyorlardı.Karşıda da dört beş tane genç gidiyor.Onlarda duyunca irkildiler durdular, meğer çocukların öğretmeni varmış aralarında.Çocuklardan biri erken geçti tabi caddeyi öğretmenine bir sarıldıki görülmeye değerdi ve diğerleri de arkasından.Sonra aynı şekilde koşarak caddeden geri geldiler.Ben yukardan korktum bişey olacak şimdi diye.Arabadakiler zaten iftara yetişelim diye bişey gördükleri yoktu.Allah’a şükür bişey olmadı ama o anki görüntüleri görünmeye değerdi.Hani yıllardır birini görmessinde , senelerin getirdiği özlemle sarılırsın o misaldi işte.
Bu işin güzel tarafı.Birde kötü tarafı var maalesef.Bu olaydan bir gün sonra aynı yerde, mekanda bir olay daha oldu.Keşke onuda aynı neşe ve şevkle anlatabilseydim ama mümkün değil.Bir öğretmen bir öğretmeni bıçakladı.İlk duyduğumda yok olamaz dedim ama olmuştu artık.Aradaki husumet ne olursa olsun eğitim camiasında öyle olaylar dönüyor ki eğitim yuvaları suçlular kampına dönmüş durumda.Gençler yayından çıkmış ok gibi nereye gittikleri belirsiz bir yolda yalpalanıyorlar.Bizde öğrenci olduk , bizde yaşadık ama kimse birinin canına kastetmeyi düşünmemişti.”Artık ben şehirde duramayacam, burada çocuğumu yetiştiremem, her gün acaba ne olacak bugün korkusuyla yaşayamam, ben ne kadar koruyup kollayayım dışarı çıkınca benim egemenliğim bitiyor “ demişti tanıdık bir baba.
Ne yani hepimiz köyleremi dönelim, başka bir çözümü olmalı bunun.Bende bilmiyorum ama olmalı bir şekilde.Yazık anne babaların her gün içleri acıyarak “oğlum , kızım dikkat et” demelerine, döktükleri gözyaşına.Her gün ayrı bir olay, ayrı bir cinayet, kavga,sataşma, bağrış, çağrış.Başını iki eli arasına almış baba ağlıyor oğlunun mezarı başında hıçkıra hıçkıra.Bütün dünyasının yıkıldığı an bu an olsa gerek.Yazık anne babalara, onca emeğe, eziyete.Yıllarca ilgi görmediklerinden yakındılar gençler, okullarda evlerde.Arkadaş olmalıydı öğretmen, arkadaş gibi davranmalıydı.Öğretmen öğretmendir, öğrencide öğrenci.Korkmalı öğrenci öğretmeninden ve hepsinde öte saygı duymalıydı.Bunu der bunu söylerim bir adım geri durabilmeli.
Lisedeyken müdürümüz çok disiplinliydi.Fazlasıyla hemde.Her gün kontrol olurdu, saç, etek boyu, sigara vs vs.Şimdi bakıyorum öğrencilere tanıyamıyorum bile.Defileye gider gibi saç stilleri, okul forması üstünde envai çeşit kıyafetler, takılar, çantalar, tırnaklar, ojeler, makyajlar daha neler neler.
Amcam öğretmen, öbür amcam öğretmen, diğer amcam da öğretmen, eniştem öğretmen, arkadaşlarım öğretmen birinci şecerede dersem eğer.Hepsinden duyduğum şu : “öğrenci öğretmeninden korkmuyor”.Hadi ben sallıyorum bu kadar insanda mı sallıyor.Azı karar çoğu zarar hesabınca , Barış Manço ifadesiyle acık disiplin, acık korku ve üstüne acıkda saygı.Bu gidişat gidişat değil yoksa.Yıllar önce Erkin Koray’ın eğitim sistemini beğenmediği için kızını okula göndermemesini hayretle okumuştum.Buda çözüm değil ama haksız da sayılmazmış hani.Sonra oturup donuk bir vucud üstüne ahlanıp vahlanmak fayda vermiyor ve gelecek beni korkutuyor, bu haliyle bile.
Bizim zamanımızda böyle değildi üstadım. Biz büyüdük ve kirlendi dünya. |
posted by suveyda @ Permalink ¤11:00 AM |
|
Friday, October 13, 2006 |
MUTLULUK ÇAĞINDAN MUTLU BİR AN |
Bahçede bir grup sahabiyle otururken Hz. Peygamber (s.a) Abdullah b. Mes’ud’dan meyve getirmesini ister.Abdullah b. Mes’ud hemen koşup, hurma ağacına tırmanmaya başlar.Ona bakmaktadır herkes.Bir ara açılan zayıf, ince bacağı, dikkatleri çeker de, hafif bir gülüşme olur.
Yüce Peygamber (s.a):
“NİÇİN GÜLÜYORSUNUZ ? YARIN MİZÂNDA ONUN İNCE BACAĞI, UHUD DAĞI’NDAN AĞIR GELİR” der.
Evet, hiçbir şey… Hiçbir şey göründüğü gibi değil…
Acaba duydu mu, bu sözü Abdullah b. Mes’ud ?
Terazide ruhuydu, kalbiydi ağır gelen !..
CUMANIZ MÜBAREK OLA… |
posted by suveyda @ Permalink ¤9:59 AM |
|
Thursday, October 12, 2006 |
Astım aşk gibi bir hastalıktır |
Astım aşk gibidir. Her ikisinin de tanısı çok kolay, tanımı çok zor-dur, hatta yoktur. Aşığı gözlerinden hemen tanırız. Astımlıyı öksürüğü ele verir. Aşk da astım gibidir. Çaresizdir. Çaresi olduğunda, aşk da aşk değildir, astım da astım.
devamı... |
posted by suveyda @ Permalink ¤11:31 AM |
|
Wednesday, October 11, 2006 |
İmsaklarım var , İftarlarım da… |
Sahurdaydım.Ezanın okunmasına kaç dakka vardır?Baktım saate beş dakika.Susadığımı farkettim o an.Kalkıp su içmeyi düşünürken uyuyakalmışım.Hocanın “Esselâtü hayrun minennevm” (namaz uykudan hayırlıdır) sesiyle irkildim yerimden.Geçmişti, okunmuştu ezan, geç kalmıştım, içemezdim artık su.Susuz başlamıştım oruca ve öyle devam edecekti.Katlanacaktım artık.Kendimi uykunun kollarına atmayıp kalkıp içseydim bu başıma gelmeyecekti.Kolay kolay susamayan ben o günüde rahatlıkla geçirecektim.Ki geçirdim de Allah’ın izniyle.
Peki sorun neydi?
Susuz kalmam değil elbette sorun olan.Bu dayanılacak, katlanılabilecek bir şeydi.Omuzlarıma ağır gelmezdi bu, gelmedi de zaten.Nice insanlar günlerce susuzluğa katlanırlarken benim bunu sorun yapmam ayıp olurdu hatta ve hatta abes...
Sorun şuydu?
O anda aklıma başka şeyler takıldı.Dünya hayatına ağlayarak atılan insanoğlu ebedi hayata göçerken gülebiliyorsa mutludur denir hep.Evet, öyle olmalı sanırım.Aklıma binlerce soru hucüm etti .Kaç işimin , kaç görevimin, kaç ibadetimin imsakını kaçırdım ben acaba dedim.Kaç defa yapmam gerekene göz yumdum, kaç defa imsakı kaçmış vakitlere hapsoldum.Çok zaman hemde çoğu zaman.Yapacaklarımın imsakı geldiğinde ben nerdeydim acaba?Nerdeyim?Nerde olmam gerekiyor?Gözlerimi kapatmamam gerekiyor.Ömrümün imsakına beş dakika kala gibi bir şeydi bu.Her zaman öyle değil miydi aslında.İşte o an gelince yapacağım birşey olmayacaktı.Heybeme attığım ne varsa onu götürebilirdim yanımda fazlasını yapmama zamanım da olmayacak.Vakti tamamlayıp asıl vatana göçederken ki hissiyat budur belkide gibi bir his kapladı içimi…
Sonra zaman ilerledi, ilerledi ve iftara yaklaştı.Bende suya kavuşacaktım, susuzluğum gidecekti.Rahatlayacaktım, beklide bir ohhh çekecektim.Dünyanın en güzel şeyi su içmek diyecektim, Allah kimseyi susuz bırakmasın, su ne büyük nimetmiş diyecektim ve ferahlayacaktım.
Sorun bu da değildi?
Daha fazla da dayanabilirdim susuzluğa, daha çok bekleyebilirdim.İftar bir kurtuluş gibiydi, Rabbime sığınmak ondan rahmet dilenmek, af istemek gibi bir şeydi.Herşeye rağmen, ne olursa olsun, başımıza ne gelirse gelsin, ne yaparsak yapalım her şeye evet her şeye rağmen merhamet beklemekti.Felaha ermekti.Yaptıklarımıza rağmen, yapmamız gerekirken yapmadıklarımıza rağmen umudu kesmemekti, yeşerecek taze bir filizi umut bellemekti. Ve kavuşmaktı iftar güzel olana, En Güzel olana…
Gün içerisinde başımıza ne kadar kötü olay gelse sonunda güzel bir şey olacağını umut etmekti bu.Her şeyde bir hayır olduğunu düşünmekti.Benim gördüklerimin aslında görmem gerekenlerden ne kadar az olduğunu farketmekti.
O’nun merhametine mahzar olabilmek ab-ı hayat suyunu yudumlamak gibi.Geriye ne susuzluk ve ne de açlık…
Herşeyin bittiğini sandığım umutsuzluğun sardığı imsak vakitlerim vardı.Ama herşeyin yeniden başladığı umudun sardığı iftar vakitlerim de vardı.
Ömrümün imsak vaktinde kalırsam eğer ve iftar vaktine yetişemezsem uyuya kalmamayı dua ediyorum her daralan vakitte ve merhametinden umudu keserek bu yol alınmıyor. ALLAH’ım beni daralan imsak vakitlerine hapsetme , Senin susuzluğuna mahkum olmama izin verme, her düştüğümde imsakı iftar eylememe yardım et, elimden tut, dilimden tut, kalbimden tut ve beni tut, beni bırakma Sensizliğe ve sessizliğe…
Her dem ümit, yine ümit, yine ümit… Kahrında hoş lütfunda hoş… Ne gelirse senden gelsin, sabreylemek daha bir hoş… İmsaklarına dayanırım yeter ki iftarlarından mahrum etme… Ve ayrılıklar güzeldir çoğu zaman kavuşmanın sevinci olduğu için…
Dilden dökülen son nağme…
Kavuşamayacağım ayrılıklar verme… Güzelliğinden, kul olma lezzetinden mahrum bırakma…
|
posted by suveyda @ Permalink ¤10:45 AM |
|
Tuesday, October 10, 2006 |
Yetersizdi(!) Oxford'a Hoca Oldu |
Bölümünü birinci olarak bitirdi. Torpili olmadığı için araştırma görevliliği müracatı kabul edilmedi. Ama daha hocaya Oxford sahip çıktı. Dahi hoca süper bir proje geliştirdi...
Türk bilim adamları dünyanın her tarafında Türkiye'nin adını duyurmaya devam ediyor. Bunlardan biri de Oxford Üniversitesi Kimya Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ayhan Çelik. Dünyanın her yerinden başvuru yapan 69 öğretim üyesi arasından en yetkin isim olarak Oxford'a çağrılan Çelik, biyolojik sistemler yardımıyla ilaçları çevreye zarar vermeyecek şekilde sentezleyen bir proje geliştirdi. Doç. Dr. Çelik'in başarı hikayesi de oldukça ilginç.
1993 yılında KTÜ Kimya Öğretmenliği Bölümü'nü birincilikle bitiren Çelik, okuduğu üniversitede araştırma görevlisi olmak istemiş, ancak torpili olmadığı için bunu başaramamış.
Çelik, o dönem yaşadığı sıkıntıyı şöyle anlatıyor: "Bölüm birincisi olduğum için üniversiteye araştırma görevlisi olabileceğimi düşünüyordum. Benim yerime 4 yıllık bölümü 6 yılda bitiren birini aldılar. Onun torpili vardı, benim yoktu." Başarılı akademisyen Türkiye'deki sistemin kaliteli öğretim üyelerinin yetişmesine engel olduğunu söylüyor.
Kars'ın Kağızman ilçesine bağlı Çamışlı köyünde doğan Ayhan Çelik'in başarı hikayesi ibretlik olaylarla dolu. İlkokulu doğduğu köyde tamamlayan Çelik, Kötek nahiyesindeki ortaokula gidebilmek için her gün 30 kilometre yürüdüklerini ve zor şartlarda eğitim gördüklerini dile getiriyor. "Ortaokul birinci sınıfta zaman zaman kış günleri çok kar yağdığında nahiyede 1 odalı ev tutar 2 arkadaş bu evde kalırdık." diyerek anlatıyor zorlukları.
Okuduğu üniversiteye araştırma görevlisi olarak giremeyen Ayhan Çelik, daha sonra Kırşehir'de öğretmenliğe başlamış. Kısa süreli öğretmenliği sırasında yurtdışına öğretim üyesi yetiştirilmek üzere Milli Eğitim Bakanlığı'nın sınav yaptığını duyunca, bu sınava girerek başarılı olmuş. Sınav sonrası İngiltere'ye gelen Çelik, Leeds Üniversitesi'nde yabancı dil eğitiminden sonra Hull Üniversitesi'nde 1 yıl gibi kısa sürede lisans üstü eğitimini tamamlamış. Daha sonra biyoorganik kimya alanında Leicester Üniversitesi'nde 3,5 yıl doktorasını tamamlayan Doç. Dr. Çelik Edinburg Üniversitesi'nde 4 yıl araştırma görevlisi olarak çalışmış. Bu yıl dünyanın önde gelen üniversitelerinden Oxford Üniversitesi'ne öğretim üyesi olarak kabul edilen Çelik kendisi için hazırlanan laboratuvarında bilimsel çalışmalar yapıyor. Başarılı öğretim üyesinin kendi alanında dünyanın en iyi bilimsel dergilerinde yayınlanmış onlarca makalesi bulunuyor. Ayhan Çelik, Türkiye'de son 15 yıl içinde güzel gelişmelerin yaşandığına ve ilerlemenin olduğuna da dikkat çekiyor.
Türkiye'de öğrenci yetiştirmek istiyorum Tek hedefinin Türkiye'nin adının duyulması ve Türk bilimine katkı yapmak olduğunu ifade eden Doç. Dr. Çelik, "Oxford gibi üniversitelerde gerekli altyapıyı aldıktan sonra Türkiye'de araştırma laboratuvarı kurmak istiyorum. Buralardaki ilişkileri kullanarak Türk bilimine hizmet etmek ve öğrenci yetiştirmek istiyorum." diyor.
Üniversite sınavına hazırlanan veya üniversiteyi kazanamayan öğrencilere de tavsiyelerde bulunan Ayhan Çelik, "İnsanların ufkunun açılması çok önemli. Türkiye'de en büyük eksiklik insanlara rehberlik yapılmaması ve hedef gösterilmemesi. Üniversite okumak sadece Türkiye ile sınırlı değil. İnsanımız mutlaka yurtdışını görmeli. İngiltere bu açıdan önemli bir ülke, en büyük avantajı dil. Ayrıca üniversitelerin 3 yıl olması önemli bir avantaj. Eğer öğrenciler üniversitenin ilk yılını finanse edebilirlerse diğer sınıfları çok rahat okuyabiliyorlar. Çünkü burada hem çalışma hem de burs bulma imkanları yüksek. Gençlerimiz bütün yolları denemeli." diye konuşuyor. |
posted by suveyda @ Permalink ¤10:26 AM |
|
Sunday, October 08, 2006 |
Kardeş Baskısı ;) |
Bilgisayardaki resimleri düzenlerken bir kaç resime takıldım.Onları kardeşime gösterdim.Tabi bir övünme bir övünme başladıki ne siz sorun ne de ben söyleyeyim.Arada kendi çektiği resimlerde vardı.Ah ne güzel resim çekermiş de, çok fotojenik resimler çekermiş de, üstüne yokmuş da, harikaymış çektikleri de vs vs vs... Ne övünmesi bitti, ne de konuşması:)
Bir resim seçmiştim onu bloğa koyacaktım.Yok olmazmış.Onun çektiklerini koyacakmışım, onunkiler daha güzelmiş.Yok bu susmayacak, hadi sana bir güzellik yapayım dedim.Buyur kardeşçik resimlerin işte burda.Bak bak doy artık:) Abla, baskılara dayanamaz ve pes eder resimleri koyar.Kardeşçik, dediğini yaptırmış bir edayla olay mahalinden uzaklaşır.Kardeşçik, bir daha böyle duygu sömürüsüne kanmam bilesin:) İyi seyirler.Esen kalın sevgili izleyiciler...
|
posted by suveyda @ Permalink ¤11:09 PM |
|
Saturday, October 07, 2006 |
İftara Ramak Kala |
iftara şurda dakikaları sayarken, sabırsızlıkla hocanın minareden “Allahu Ekber “ sesine ramak kalmışken, çanakkale kahramanlarının yemek listesine gözüm ilişti.Ne diyeyim utandım kendimden.Bazan öyle anlar oluyor ki onca yemek , onca nimet arasında “ben bunları istemiyorum” diyebiliyoruz.Buda bir nevi eksikliktir heralde diye düşünüyorum.İmanımız ne kadar güçlü olursa olaylara bakış açımız da o derece değişiyor ve güçlü oluyor.ALLAH imanımızı arttırsın.O’na yaraşır bir kul olmayı nasip etsin.
İftara yakın edilen dualar makbul olurmuş.Dua ediyorum ki benim en keyifli anımda bile sırt çevirdiğim yiyecekleri o şartlarda, o savaş ortamında, can pazarı meydanında bir an bile tereddüt etmeden vatanına adayan o mübarek insanları anlayamaya çalışayım.işte o gönül erlerinin yemek listesi:
ÇANAKKALE KAHRAMANLARI 1917 Yemek Listesi 43-ncü Alay 1-nci P. Tb. 1-nci Bölük
15 HAZİRAN ÜZÜM HOŞAFI...sabah YOK.....öğle YAĞLI BUĞDAY ÇORBASI...akşam TAM....ekmek
26 HAZİRAN YOK...sabah YOK...öğle ÜZÜM HOŞAFI...akşam TAM...ekmek
18 TEMMUZ ÜZÜM HOŞAFI...sabah YOK...öğle YOK...akşam YARIM...ekmek
8 AĞUSTOS YARIM EKMEK...sabah YOK...öğle ŞEKERSİZ ÜZÜM HOŞAFI...akşam YOK...ekmek
Kolay değil cefasını çekmediğim derdi anlamak ama diliyorum ki şükretmeyi unutmayayım, her daim dilimde olsun şükür nidaları.Unuttuğum zamanlar bana yetişsin bunlar.Utanayım, kızarayım, bozarayım ama unutmayayım, gaflete düşenlerden olmayayım ve her zaman şükredenlerden olayım.
Herkesin duaları kabul olur inşallah. Hayırlı iftarlar…
|
posted by suveyda @ Permalink ¤4:54 PM |
|
|
Beni Bul |
bu resimde bir kız varmış, şöyleee yakından bakacaksınnnn ve bulacaksınnn. ben orda kız mız görmüyorum.çiçekler sarmış her tarafı işte. varmı gören? |
posted by suveyda @ Permalink ¤10:10 AM |
|
Wednesday, October 04, 2006 |
KEŞKE... |
Zülkarneyn Aleyhisselam ordusuyla gece yolda giderken ordusuna “ayağınıza takılan şeyleri toplayın” diye emir verir.
Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup:
-“Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımızı takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım” diyerek hiçbir şey toplamıyorlar.
İkinci grup ise;
-“ Madem Komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet etmeyelim. Zira ordun komutanına itaat etmek gerekir.” diyerek az bir şey topluyorlar.
Üçüncü grup ise;
-“Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmete mebnidir” diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar.
Sabah olduğunda bir de bakıyorlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar.
Bunu anlayınca:
Hiç almayan birinci grup; -Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık! Bir tane bari alsaydık” diyerek pişman oluyorlar.
Az alan ikinci grup ise; -“Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık” diye sitem ediyorlar kendilerine.
Çok alan üçüncü grup ise: -“Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydım, daha çok toplasaydım. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık” diyerek, fazla almalarına rağmen üzülüyorlar.
İşte bu misalde olduğu gibi, Ahirette bütün insanlarda bunun gibi ağıtlarda bulunacak.
Kafir olan; - “Keşke iman etseydik, keşke inansaydık da hiç olmasa Cehenneme girdikten sonra iman etmemiz sonucunda Cennete girseydik,ebedi cehennemden kurtulsaydık,
”Mü’min, fakat az sevabı olan; -“Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar olsaydım.
”Mü’min,çok sevabı olan ise; -“Ah ne olaydı da Makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim,oruç tutsaydım, biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım...” diyeceklerdir.
Rabbim bu misallerden ders alıp, Ahirette pişman olmayacağımız ameller işlemeyi nasip eylesin....
|
posted by suveyda @ Permalink ¤11:30 AM |
|
Tuesday, October 03, 2006 |
Ö-N-E-M-L-İ |
Merak ettiğim bir şey var.Umarım beni aydınlatan biri çıkar.Uzun zamandır beni fazlasıyla rahatsız eden bir durum var.Hadi olur dedim, sıkma canını, takma kafanı.Ama bir değil iki değil, yeter artık deyip kızmamak mümkün değil.
Malum çoğu kişinin sahip olduğu Hotmail adresleri var.Naçizane bizimde var.Buraya kadar her şey normal.Sorun buradan sonra başlıyor.Bir bakıyorum biri eklemiş beni, bakıyorum gene, bakıyorum gene.İlk zamanlar ekledim tabi bende, hani zaten beni tanıyordur, beni bilen birisidir nasılsa diye.Ama tanımak, beni bilmek ne mümkün.Ekledim işte demeleri yok mu bide.Gençliğim müsait değil katil olmaya.
Şimdi diyeceksiniz.Sende kabul etme herkesi.Tamam kabul etmeyeyim diyorum.Sonra bir tanıdık çıkıyor.Al sana bin türlü sitem.Çık çıkabilirsen işin içinden.
Hayır benim anlamadığım bir durum var.Ben bu adresimi öyle ulu orta yerde yada cami avlusuna bırakıyor değilim ki; bunca insan nasıl buluyor beni.Üye olacağım bir yer varsa bile kesinlikle gizli tutarım mail adresimi.Ki o kadar yol varken isteme zahmetinde bulunmak için.Ama sen tut bul buluştur bir yerlerden bir ben bilsem oraları nereler oluyorsa artık, gel birilerinin sinir katsayısını yükselt. Fazla bir şey istemiyorum.Sadece azcık saygı.Evet burası sanal ortam olabilir pek çok kişinin ifade ettiği gibi.Ama ben sanal değilim.İnsanım; gülüyorum, kızıyorum, seviniyorum, üzülüyorum.Ve böyle durumlara kızıyorum.Kendini sanal bir dünyada sanan sanal insanlar lafım size.Benden uzak durun lütfen.
Şu anda şu yazıyı yazarken bile biri eklemiş beni.Pes diyorum başka bişey demiyorum.Artık siliyorum direk kim olursa olsun.Ta ki kendini gerçekten insan sanan biri insan gibi isteyinceye dek.Saygı sadece bir mail uzaklığında.Çok mu zor bunu yapmak.
SAYGI ! SAYGI ! SAYGI ! |
posted by suveyda @ Permalink ¤10:53 AM |
|
|
Bu Ne Yaman AYRILIK |
“Cenazenin geldiği gün ,balayımızdan döndüğümüz gündü.”
…kaybetmişti kocasını.Daha iki yıllık yuvaları vardı.Şimdi her şey gözünün önünden geçiyor, şimdi her şey acı veriyor, bir bıçak saplanırcasına yanıyordu yüreği…
Telefonda sordum, kaybettik kocanı dediler.Telefon elimde , ben aynı yerde, kalbimse yerinden çıkacak gibiydi.Zamanın durduğunu sanmak kadar yanılgı olmuştun artık sen.Elimi uzatsam tutmayacaktın artık boşlukta sallanacaktı artık parmaklarım, bana bakmayacaktın , benimle konuşmayacaktın,sorularım hep cevapsız , cümlelerim hep eksik, gereksiz yerlerde ünlemlerim olacaktı.çoğu cümleme virgül değil artık nokta koşacaktı.Uzun cümlelerim yok artık, bir ah kısalığında feryatlarım olacaktı.
İsyanım yok! İsyanım yok! Yapamam, haykıramam, bağıramam.Kabullenmem lazım.İşte benide yakan bu ya.Aklım kabul et dese kalbim hayır diyor avazı çıktığı kadar.Yok olmuyor başaramıyorum.Başarmalıyım ama.Bu ne kördüğüm bu ne yaman bir zaman.
Unutmak mı ? Asla ! Zaman olacak düşeceksin aklıma, yüzümde kah bir tebessüm , kah bir gözyaşı. Ve bir zaman gelecek bu acıyı taşımak o kadar ağır gelmeyecek. Ne zaman gelecek , ne zaman ?
Aç desem açmazsın gözlerini.Senle gelmek istesem, gelemem biliyorum.Alışıyorum yokluğuna, deniyorum , çabalıyorum, alışmaya çalışıyorum. Her şeye alışırım da nasıl unutacam benden gidişinin en mutlu güne denk gelmesine, nasıl unutacam ölüm gününün balayımızdan döndüğümüz gün olmasına… Ah bir bilseydin seni ne çok özlüyorum…
{ ALLAH yardımcın olsun.Derdi veren , dermanınıda verir.Keşke elimden gelen bir şey olsaydı keşke…} |
posted by suveyda @ Permalink ¤10:15 AM |
|
Monday, October 02, 2006 |
Namaz Kılan Adam |
Sivas Divriği Ulu Camii Resimde görüldüğü üzere Güneş Cami giriş kapısına vurduğu zaman giriş kısmında oluşan gölge namaz kılan Erkek adam gölgesidir. Bu durum Japon turistler tarafından tespit edilmiş ve tespit edenler bunun tesadüfen olmadığını Caminin yapımı aşamasında bu durumun tasarlandığını söylemektedirler. Çünkü bu gölgeler her güneş vurduğunda oluşmaktadır.
|
posted by suveyda @ Permalink ¤11:43 AM |
|
|
Ah Filistin ! |
"Yahudiler mi dediniz? Onlar yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir." Necip Fazıl Kısakürek |
posted by suveyda @ Permalink ¤11:13 AM |
|
|
|
about me |
gelirsin gidersin dostumsun, gelmezsin gitmezsin neyimsin |
Udah Lewat |
|
Archives |
|
Dua |
Allah’ım,
Sana tutunuyorum,
Kimsenin yere atmasına izin verme beni.
(Sadi)
|
Martı |
“Yaşamak için ne çok sebep var,” diye düşünüyor uçmanın anlamına vardıkça. Kabiliyetlerinin sınırlarını aşmak, onu yaşatan en büyük sebep. Onun için balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka sebepler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi hür olabiliriz!
|
Böyledir |
Başkasını kıran, inciten bir insanın kendisi de bundan mutlaka yara alır.Kötülüğün oku mutlaka geri döner |
Budur |
Ne gökte, ne denizde, ne dağların içinde, ne de ormanların kuytu bir köşesinde, hiçbir yer yoktur ki, insan yaptığı fenalıktan, karşılığını görmeden, kurtulup sıyrılabilsin |
Arkadaşlar |
|
Designed-By |
|
Credite |
|
|