Wednesday, May 30, 2007
KÖTÜ, ÇOK KÖTÜ BİR ANI

Abim kaza yaptı.Büyük bir kazanın eşiğinden döndü.Üstelik gözlerimizin önünde oldu her şey.Şükürler olsun en ufak bir hasar görmeden atlattı.”Cana gelen, mala gelsin” hesabınca cana gelmedi ama, mala da pek fazla bişey olmadı.Tamamen karşı tarafın dikkatsizliği ve hatasından kaynaklanıyor.Hal böyle olunca “ben dikkat edeyimde, karşı taraf ne yaparsa yapsın” diyemiyorsunuz.Sizin hiçbir suçunuz olmasa dahi birilerinin dikkatsizliği ve boşvermişliği size fatura çıkartabiliyor.Allah önce onu çocuklarına sonra da bize bağışladı.Sude kazayı görünce kendince tepki göstermeye başladı.”Yaramaz baba arabayı patlattı, seni gidi gidi baba” diye bir de söylenişleri vardı ki görmeliydiniz.

Trafikte yaşananları görmek için illa araba kullanmaya gerek yok.Az çok hepimiz biliriz ki gözümüzü açıp kapayana kadar yaşayacağımız bir anlık hata bizi felaketlere sürükleyebilir.Tamir edilemez sonuçlar, geri getirilemez durumlar meydana getirebilir.Bunu her gün okuduğumuz gazetelerden, izlediğimiz televizyonlardan, takip ettiğimiz internet sayfalarından görüyoruz.Artık aşina olduğumuz trafik kazalarının çoğu ne yazık ki hatalı sollamadan, alkollü araç kullanmaktan ve aşırı hızdan kaynaklanıyor.Ne yazık ki bu sefer ki hata da hatalı sollama idi.Konulan onca levhalara, “içinizdeki trafik canavarını durdurun” sloganlarına rağmen aynı tas aynı hamam.Kırk defa söyledik, kırkbirinci defa söylüyoruz, hatalı sollama yapmayınız.Ne kadar dinlendiği malum!

Şimdi bunları yazabilmek inanın çok güzel.Allah korusun bu cümleler yerine daha farklı cümleler kurmak zorunda kalabilirdim.Ne için? Daha ehliyetini dahi almadan sokağa bırakılan, üstelik hata üstüne hata yapan biri yüzünden.Bu şekilde eline direksiyon tutuşturulup, ayağının altına araba çeken sorumsuz anne babalar yüzünden.

Ve şükrediyorum.

Önce Allah’a.Allah’ım teşekkürler.Bana bu cümleleri yazdırdığın için.
Sanırım bir de abimin araç sürme tekniğine borçluyuz biraz da.Kendisi genellikle yavaş ve dikkatli kullanır.Çünkü ben diyeyim iki saniye, siz deyin bir saniye daha erken gelmiş olsaydı olay yerine yine kötü sonuçlar olabilirdi.Herşey öncelikle Allah’ın takdiri, sonra zamanın bu seferlik bizden yana işlemesi, verilmiş sadakası olması ve çocukları ve duaları ve bilmiyorum belkide daha fazla birsürü etken.

Sokağa çıkıp ayağımızı yerden kestiğimiz zaman, etrafımızdaki, karşımızdaki insanları düşünelim.Yapacağımız ufacık bir hata, birilerinin hayatının kararmasına neden olabilir.Çocuklar babasız, kardeşler abisiz, anne babaları evlatsız kalabilir.Çok basit nedenler, birilerinin hayatlarının dönüm noktası olabilir.Ne yazık ki son pişmanlık yine fayda etmeyecektir.

Araçlar bize konfor sağlamak, gideceğimiz yerlere daha kolay ulaşmamızı sağlamak için varlar.Ve tabiki hayatımızı kolaylaştırmak için, zorlaştırmak için değil.Kaza yapanlar ve kazaya uğrayanlardan olmaktan uzak olmak dileklerimle.Tabiki bir de, başkasının hataları yüzünden ceremesini çekenlerler bizler olmamayız.Ne yazık ki trafikte her koyun kendi bacağından asılmıyor ama su testisi su yolunda kırılıyor.

Sağlıcakla ve yine sağlıcakla kalınız.

Hayat çok kıymetlı, bir saniyelik zamanla sonlandırılabilsa da, hayat çok kıymetlı.
Hııı unutmadan yenge sadaka vermeyi unutmazsınız inş.Mesela ben buradayım, gariban Süveyda’ ye verebilirsiniz:)

Labels: , , ,

posted by suveyda @ Permalink ¤10:57 AM   12 comments
Saturday, May 26, 2007
OCAĞIMIZA KÜRESEL ISINMA AĞACI DİKİLDİ
Evet evet yanlış duymadınız, karlar altında sıcaktan yanıyoruz.Bu küresel ısınma denilen illet, sillesini çok kötü vurmuş durumda.Yada amcamın dediği gibi, dünya dönerken Adana dengesini kaybetti ve buraya düştü.

Kimi yerlerde susuzluk olarak etkisini gösterirken şükür buralarda henüz bu tür bir sorunumuz yok.Bu konuda şanslı bir bölgede sayılabiliriz.Böylesi bir avantaj düşüncesizce kullanma hakkını vermiyor bizlere tabiki fakat bir şekilde başka türlü etkilerini hissettiriyor.

Bu resimler oturduğumuz yerden bir saat uzakta çekilmiş resimler.Oraya gitseniz dahi gene sıcaktan yanıyorsunuz.Şu anda bile akşam olmasına rağmen bir dirhem nasıl serinlemez hava?Parmaklarım klavyeye yapıştı yapışacak.Annemle kardeşim evin içinde su savaşını başlatmış durumda.Kardeşim benden sığınma hakkı istiyor, pazarlık yapıyor.Onu koruyayım derken arada ben nasibimi alıyorum.Anne ne olur affet, anne bidaha olmayacak diye yalvarıyor zavallı.Velhasıl ailecek delirdik biz:)
Bu teknolojik aleti kapatayım yoksa bir daha hiç açamayabilirim.Haydi gazamız mübarek olsun.Allah Allah Allah : ))

Şikayet ettiğimden değil elbet , sadece “Allah aşkına biz bu dünyayı bu hale nasıl getirdik?”

Allah sonumuzu hayretsin.(amin)


























Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:05 PM   12 comments
Friday, May 25, 2007
HAYIRLI CUMALAR


Önce besmele

En güzel kelime

Allah’ım

Yol boyunca

Bırakma elimi

Düşerim sonra

Cahit Zarifoğlu
CUMANIZ MÜBAREK OLSUN...

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤10:36 AM   4 comments
Wednesday, May 23, 2007
PALYAÇO HAYATLAR

Şimdi ben bişey diyecem.
Ki siz zaten biliyorsunuz.
Ki herkes biliyor.
Biliyor musunuz hayat bazen çok zor?
Hayat bazen çok iğrenç
İnsanlar çok iğrenç.
İğrenç insanlar.
Çok iğrenç insanlar.
Hayvanlardan daha aşağı hemde.
Yalanlarla dolu ve hilelerle.
Yeminlerle, yalan yeminlerle dolu.
Yüzler solmuş sararmış, fer gitmiş.
Yememekten, içmemekten, hastalıktan değil ama.
Sıcaktan, tozdan dumandan hiç değil.
Başka bişey işte.
Ben diyeyim onursuzluk,
Siz deyin gurursuzluk.
Belki de başka bişey, hatta daha fazlası.

İnanmak, güvenmek hak getire.
Bir yerlerde umut gülümsemeye devam ediyor.
Her şeye rağmen diyebiliyor.
Her şeye rağmen…
İyi ve güzel adına yazılacaklar vardı.
Kötü ve çirkin köşeyi çoktan kapmışlar.
Az kaldı ama, o köşe dönülecek.

Yarım kalmış, virgüllü cümleler kalmayacak.
İstersem noktasını ben koyacağım.

Ama ama keşke palyaçolar eskisi gibi güldürse.
Şimdi onların işini amatörler yapıyor.
Yanımızdan geçenler, sokaktakiler, etrafımızdakiler.
O kadar palyaço var ki.
Güldürmüyorlar bunlar.
Sadece gerçek yüzlerini saklamak için maske takıyorlar.
Palyaçolar üzgünde olsalar güldürürlerdi.
Şimdiki palyaçolar sadece yüzlerini saklıyorlar.
Ve ben bıktım artık sizlerden.
Bıkılası yüzlerden.

Niye mi diyorum?
Hiç.
Öylesine.
Böyle işte.
Bu kadar.
Bitti.

Yazmazsam içimde kalacaktı.
İçimde kalacağına bloğumda kalsın.
Ne anladınız?
Hiçbişey.
Bende öyle.

Diyorum ya, hayat bazen çok zor.
Ama yolunda her şey.
Hiç olmadığı kadar hemde.

Bilin diye.

Labels: ,

posted by suveyda @ Permalink ¤12:03 PM   9 comments
Sunday, May 20, 2007
GEZELİM - GÖRELİM - EĞLENELİM























Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤9:12 PM   8 comments
PAZAR ETKİNLİKLERİ





















Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:34 PM   3 comments
Saturday, May 19, 2007
GİTMEK

bugünlerde herkes gitmek istiyor.
küçük bir sahil kasabasına,
bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
hayatından memnun olan yok.
kiminle konuşsam aynı şey...
herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
bir kendisi.
bu yeter zaten.
herşeyi, herkesi götürdün demektir.
keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
ama olmuyor.
hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
böyle gidiyoruz işte.
bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"otur" diyen kazanıyor.
o yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
güvende olma duygusu...
en kötüsü alışkanlık.
alışkanlığın verdiği rahatlık,
monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
kalıyoruz...
kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
evlenmeler...
bir çocuk daha doğurmalar...
borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
misal ben...
kapıdaki rex`i bırakıp gidemiyorum.
değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
alıp götürsem gelmez ki...
bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
herkes onu,
o herkesi seviyor.
hangi birimizle gitsin?
"sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
kendi imalatımız küfeler.
ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
ölüm var zira.
ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
bari ufak kaçışlar yapabilsek.
var tabii yapanlar,
ama az.sadece kaymak tabakası.
hepimiz kaçabilsek...
bütçe, zaman, keyif...
denk olsa.gün içinde mesela...
küçücük gitmeler yapabilsek.
ne mümkün.
sabah 9, akşam 18
sonra başka mecburiyetlersıkışıp kaldık.
sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
bu kadar ağır olmamalı.
hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
bir ömür karşılığı,
bir ömür yani.
ne saçma...
bahar mıdır bizi bu hale getiren?
galiba.
ben her bahar aşık olmam ama
her bahar gitmek isterim.
gittiğim olmadı hiç,ama olsun...
İstemek de güzel.
can yücel

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤12:10 AM   4 comments
Friday, May 18, 2007
HAYIRLI CUMALAR

Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.

-Gel seni camiye götüreyim, dedim. Bugün Cuma biliyorsun.

-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi

-Biliyorum ama, sebebini gerçekten merak ediyorum.

-Ne bileyim olmuyor işte, dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri çıkar diye endişe ediyorum.

Gayri ihtiyari gülmeye başladım.

-Herhalde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için cami terk edilir mi?

-Ciddi söylüyorum, dedi. Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin.

Gerçekten öyleydi. Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.

-Peki, dedim.Hayatında hiç camiye gitmedin mi?

-Çocukken dedemle birkaç kere gitmiştim, dedi. Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum. Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.

Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.

Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler. Hemen gittim. Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.

Yavaşça yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:

-Hani, dedim. Camiye gelmeyecektin?

Hiç sesini çıkarmadı. Çünkü musalla taşının üzerinde, yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.

Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden


CUMANIZ MÜBAREK OLSUN…

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤12:00 AM   6 comments
Wednesday, May 16, 2007
SÜVEYDA NASIL KURTULUR?

Selma : Abla sana bir soru?
Suveyda: Sor.

Selma : Anladım ile anlamadım varmış.Anladım ağaca çıkmış, kim kalmış?
Süveyda: Anlamadım.

Selma : Bak bidaha anlatıyorum.Anladım ile anlamadım varmış.Anladım ağaca çıkmış kim kalmış?
Süveyda: Anlamadım.

Selma : Anlamayacak ne var bunda bidaha anlatıyorum.
Suveyda: Selma yeter.

Selma : Yok sen anlamadın, bidaha anlatacam.Anladım ile anlamadım varmış, anladım ağaca çıkmış kim kalmış?
Süveyda: Selma diyorum sana.Yeterrrrr

Selma : Tamam düşün sen bunu.Başka bir soru soracam sana.Tek başına çöle gitsen yanına ne alırsın?Ama sadece tek bir şey alabilirsin.Ne alırsın?
Süveyda: Bilmiyorum, gidersem düşünürüm onu.


Aradan günler geçer.

Dını nı dınınım, dını nı dınınınım


Selma : Abla düşündün mü ?
Süveyda: Neyi?

Selma : Anladım ile anlamadım varmış, anladım ağaca çıkmış kim kalmış?
Süveyda: Selma sus.

Selma : Tamam tamam düşün sen.Peki çöle gitsen ne alırsın?
Süveyda: Seni almayacağım kesin artık.Bütün şansını tükettin.

Selma: Kih kih kih kih.

Labels: ,

posted by suveyda @ Permalink ¤8:26 PM   12 comments
Monday, May 14, 2007
HAYATA ÇİZGİ YORUM

Gerçek Hayat dergisinden, Ümmühan Atak hanımın kaleminden.
hüzün teşekkürler:)

Labels: , , ,

posted by suveyda @ Permalink ¤9:30 AM   8 comments
Sunday, May 13, 2007
HAYATIMIN TEK KADININA
Bir gün annem evde yokken, biz köydeyiz o zamanlar, abimle beraber bahçeden biberleri toplayıp elimize, gözümüze sürmüşüz.Zaten başıma ne vukuat geldiyse bu abim yüzünden gelmiştir.Sonra ağlamalar, viyaklamalar, ciyaklamalar, anne yanıyorum demeler.Ama anne evde yok.Biz başı kesilmiş horoz gibi zıplıyoruz.Matara dedenin karısı (adamın lakabı böyleymiş, ilginç işte) bizdeymiş o gün.O süt içirmiş, sütle yıkamış yüzümüzü, elimizi, bir nevi ilk yardımı yapmış ve kurtarmış bizi o acıyla bağırmalardan.Sonra annem gelmiş, artık nereye gittiyse, sevinmiş garibim bizim iyi olmamıza.Ben sadece biberleri sürdüğümüzü ve horoz gibi ordan orya zıpladığımızı hatırlıyorum.O denli küçüktük yani.Gerisini annem anlatır zaten.Şimdi kardeşim, matara dedenin karısı kurtarmasaydı ben bu ailenin biricik çocuğu olabilirdim diyor. Allah razı olsun, rahmetli matara dedenin karısından, kardeşime bugün “çok beklersin sen” dedirttiğin için.Annem döverdi ama iyiydik ya sanırım ondan dövmedi.

Annem çok kızardı bazen.Aslında ben çok uslu çocuktum, diyorum ya başıma ne geldiyse, ne dayak yediysem bu abim yüzünden yedim.Bir gün gene dayağı yemişim, o zaman babam evde değil ama her an gelmek üzere.Fırsat bu fırsat diyerek oturuyorum kapının eşiğine var gücümle ağlamaya başlıyorum, halbuki o kadar da dövmemişti, üstelik o kadar da acımamıştı.Babam gelsin anneme kızsın istiyordum ve ben hâlâ ağlıyordum.Başarılı olmuş muydum ? Olmuştum.Ben çok yapardım bunu.Şimdi anneme bunları kendim anlatıyorum beraber gülüyoruz.

Bazen kardeşimle kavga ettiğimiz zamanlar olurdu.O da nedense ağlardı hemen.Ben ağzını kapatırdım, sus , sesin çıkmasın, annem duymasın derdim.Başka bir odaya götürür susana kadar başında beklerdim.Ne olur sus, annem duyarsa kızar diye yalvarırdım.Annem duymazdı, kızmazdı da ve ben böylece kurtulurdum.

Küçükken annem bizi bir yere götürecek olduğu zaman bizi çok tembihlerdi.Uslu olun, yaramazlık yapmayın, yerinizden kalkmayın, oturduğunuz yerden sallanmayın, sofraya izinsiz oturmayın, oynamayın, koşturmayın.Kural dışına çıkınca gözleriyle bir bakardı, yakınımdaysa bir çimdik atardı ki sallanabilene aşk olsun.Böyle her gittiğimiz yerde uslu, sessiz, sakin modunda kızlar olduk hep.Şimdiki çocuklara bak hele diyorum anneme, varmadıkları, karıştırmadıkları yer yok ve böyle çocukları paralamak geliyor içimden.Oysa annem o gözleriyle çiğ çiğ yerdi beni o kadar uzak mesafeden.Kımıldamak ne mümkün yerimden.

Her kız gibi bende annemden gizli gizli saçlarımı kestim.Anlamaz dedim çünkü çok az kestim.Ama anladı, çok kızdı.Hem zaten çok çirkin kesmiştim.Diken diken olmuştu.Dayak yemekten kıl payı kurtulmuştum gene.

Biz kardeşler büyümeye devam ederken, yavaş yavaş aklım ermeye başladı bazı şeylere.Hayat nedir, ölüm nedir anlamaya başladım.Bir gün geldi, tam her şeyi anladım derken, bir ablamın olduğunu ve ben doğmadan önce öldüğünü öğrendim.Çok garip bir duyguydu.Senin kanından, canından olan birisini hiç görememek, konuşamamak, bir gün olsun onunla oynayamamak.O olsaydı ben abimle de oynamaz, o kadar dayağı da yemezdim.Boş boş o kadar da ağlamazdım.Hem olsaydı annemden de korurdu beni.Beraber oturur evcilik oynardık, bebeklerimiz olurdu, kız oyunları oynardık.Şimdi bir ablam olmuş olurdu, sorumluluklarım az olurdu, bana ikinci annem olurdu.Ablalar ikinci annelerdir çünkü.Öyle diyor halam.Oysa hiçbir zaman böyle olmayacak.Allah onu yanına almak istemiş ve almış.Şimdi cennet bahçelerinde koşturuyordur.Dünya gözüyle olmadı inşaAllah orda görüşmek, konuşmak nasip olur umudu taşıyorum.

En çok hasta olduğumda arıyorum annemi.En çok o zaman varlığının kıymetini anlıyorum.Hiçbirşey, hiç kimse onun varlığını dolduramıyor o zaman.Yaşım kaç olursa olsun, ne kadar yaşlanırsam yaşlanayım bu hep böyle olacak biliyorum.Hastalandığımda hep başucumda olmasını diliyorum.Bazan en sevdiğin ilk kızın diyorum anneme kendimi kastederek ve ölen ablamı unutarak.Acaba beni duyuyor mu, böyle dediğim için üzülüyor mu diye aklıma geliyor sonra.Anneme de diyemiyorum böyle düşündüğümü, biliyorum dersem hemen gözleri dolacak, üzülecek, ağlayacak.Sonra gülüyoruz işte tekrar, unutuyoruz o sahneyi ve hayata devam ediyoruz her şeye rağmen.

Ben ona bazan hatun diyorum, bazan hanım hanımmm ne haber diyorum, bazan da annecik ne yapıyorsun.Hatta kız ne haber dediğim de oluyor.Öyle her şeyden konuşuyoruz, bazan anne gibi, bazan arkadaş gibi, dost gibi.Çok yorulduğunu söylediği zamanlar oluyor, bende yorulacaksın tabi, anneler hep yorulur, kolaymı anne olmak diyorum gene gülüyoruz.Bir gün anne olunca sende anlarsın diyor, anlarım heralde diyorum.Açmadığım dalda sözüm bu kadar geçer annem diyorum

Allah seni başımızdan eksik etmesin…(amin)

Anneler günü de neymiş ki, biz hep böyleyiz…



Sinir oluyorum sürekli gözümüze sokulan anneler günüyle ilgili reklamlara, kocaman afişlere, alışveriş çılgınlığına, insanları zor durumda bırakmalarına, illa hediye almak gerektiği hissi vermelerine.Bu ülkede annesi olan var olmayan var, evladını kaybeden var, şehit anneleri var, acı çeken, çocukları hasta olan , kayıp olan, sarılamayan, öpemeyen, yürekleri düğüm düğüm olan bir sürü anne var.Yoruldum kanalı değiştirip durmaktan.Bu kadar da reklam yapılmaz ki.Bu kadar da çılgınlık yapılmaz ki.Yeter da…

Labels: , ,

posted by suveyda @ Permalink ¤8:40 AM   6 comments
Saturday, May 12, 2007
BU BU NEDİR BU ???

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤12:07 AM   14 comments
Friday, May 11, 2007
HAYIRLI CUMALAR

Allah kimseyi gücünün yettiğinden fazlasıyla mükellef tutmaz.Herkesin kazandığı hayır kendi lehine, işledi günah da kendi aleyhinedir.

Ey Rabbimiz!
Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek bizi onunla hesaba çekme.

Ey Rabbimiz!
Bizden evvelkilere yüklediğin gibi bize de ağır vazifeler ve musibetler verme.

Ey Rabbimiz!
Bize güç yetiremeyeceğimiz şeyi de yükleme.Günahlarımızı affet.Bizi bağışla.Bize merhamet et.Bizim dostumuz ve yardımcımız sensin.Kafirler gürûhuna karşı Sen bize yardım et.

(Bakara- 286)


CUMANIZ MÜBAREK OLSUN…

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤8:37 AM   3 comments
Thursday, May 10, 2007
ONLARIN Kİ BİR AŞK HİKAYESİ

Daha önce bir yazımda size Hatice nineden bahsetmiştim.80 yaşındaki Hatice nine, Erzurum’da yaşıyordu ve dokuz yaşındaki engelli torununu her gün hiç aksatmadan, hiç üşenmeden, yüzünü buruşturmadan plastik leğenin içine koyup çeke çeke eksilerde seyreden hava derecesinde, o soğuklarda okula götürüp getiriyordu.O günkü haberleri izleyen ve okuyanlar hatırlayacaklardır Hatice Ninenin bu eşsiz fedakarlığını.

Torunu Mahzun’un, kaderide Mahzun.Doğduğu yıl babasını kaybediyor, bunun üstüne tuz biber olacak olan anneside bırakıp gidiyor başka bir adamla evleniyor.Dedesi, ninesi ve Mahzun’la devam edecek olan üçlü yaşam başlamış oluyor.Bunca yokluğa, ana babasızlığa karşın, Hatice nine, Mahzun’un hem annesi, hem babası, hem eli, hem de ayağı oluyor.Bütün ihtiyaçlarını görüyor ve onu her gün okula götürüp getirme gibi büyük bir yükün altına giriyor.

Mahzun, okumak istiyor ve o beylik lafla büyük adam olmak istiyor.Hani her zaman derim, bir çocuğun önüne ne kadar kolaylık verilirse, her istediği yapılırsa, yeterki okusun diye odası tıklım tıklım hediyelerle, ödüllerle doldurulursa okuması o denli güçleşiyor nedense.Eğitimde herkese fırsat eşitliği sağlanmamış olsa da Mahzun her şeye inat ve azmiyle ne kadar okumak istediğini gösteriyor.Bu değişik bir aşktır, büyük bir aşktır.Bütün yokluklara , yoksulluklara rağmen azmin, heyecanın ve okuma aşkının zaferidir.Ne yazık ki, şehrin göbeğinde a dan z ye her şeyi tamam olan, bir dediği iki olmayan insanların bunu anlamasını bekleyemeyiz.İşte yine bu aşkladır ki, bir nine torununu , yaz demeden, kış demeden yolları aşırır, üstelik sadece bir leğenle.Oysa o leğene bağlanan ipi tutan el, Hatice ninenin sevgisiyle ve aşkıyla doludur.

Bu haberden sonra dünyanın her tarafından Hatice nineye yardım yağmış ve Mahzun akülü özürlü arabasına kavuşmuş.
Özürlü torununu leğen içinde okula götürüp getiren fedakâr insan Hatice Nine'yi, Kimse Yok mu Derneği yılın annesi seçmiş.

Japonların bir sözü vardır. “Allah ilginç zamanlarda yaşatsın” . Japonlarmı bize beddua etti, yoksa halimiz kendimizden midir ince ayrıntısı bir tarafa ilginç zamanlar yaşayan günler geçiriyoruz.Geçmişimizde böyleydi, şimdiki halimiz de.

Neden mi diyorum bunu?

Çünkü bu ülkede bir kısım insanlar, daha anne bile olmayan, annelik duygulardan bihaber olan, anneliğin ne kadar kutsal olduğunu, toplum değerlerini, aile olmayı , aile olmanın neler gerektirdiğini anlamayan, topluma örnek insan dahi olamayan insanı yılın annesi seçme gafletinde bulunarak en büyük hatalarından birisini yapmışlardır.Bu yalnız hata değil, annelere hakarettir.

Ve hâlâ bereket eksik olmuyorsa, dünya bunca zulme, bunca haksızlığa rağmen dönebiliyor, kafamıza meteorlar çarpmıyorsa bunu biraz da Hatice ninelere borçluyuz.Doğurmakla anne olunmuyor ne yazık ki.Bir tarafta annelikten eser dahi olmayan, çocuğunu sokaklara atan , kuyulara sallayan, döven, sigara söndüren anneler, diğer tarafta Hatice nineler gibi fedakar, vefakar, cefakar ve daha binlerce duyguyu özünde barındıran anneler.

Ne ödül verilirse verilsin, hiç biri bu terazi de tartar mı ki acaba?
Bu sadece fedakarlık değil, bir aşkın öyküsüydü...

Labels: , , , , ,

posted by suveyda @ Permalink ¤8:55 AM   7 comments
Tuesday, May 08, 2007
DARFURLU ÇOCUKLAR
Geçenlerde Sena, televizyonda Afrika’da yaşayan aç çocukları görmüş olmanın şaşkınlığıyla bana dönmüş olmalı ki, ben de “tatlım onlar aç ve susuz” diyebildim birden.Sanırım o da üzülmüş olsa gerek ki, televizyona takılıp kaldı dakikalarca.Yeğenim Sude ise böyle durumlarda durup durup ağlamaya başlıyor.Biz daha ne olduğunu anlamadan gözyaşları çoktan menzilinden çıkmış, küçücük gözleri kıpkırmızı oluyor.Hani bir hikaye vardır.Televizyonu bozulan babanın, televizyonu tamirciye götürünce arkasında bir sürü ekmek parçacıkları bulduğu o hikaye.Durum sandığından daha vahim ve daha içler acısıdır.Küçük kızı, televizyonda fakir ve aç çocukları gördüğü için kendi aklınca ve kocaman kalbinin verdiği hissiyatla yiyebileceklerini düşünerek televizyonun arkasına atar.

Bütün bunlar trajik komik kategorisine mi giriyor bilemem ama dünyanın bir ucunda yaşanan acılar için başka bir yerde bir kalbin kıpırdaması, hissetmesi fevkalade bir durum olsa gerek.Yaşadığımız dünyada duygulardan soyutlanmış insanlara dönüşürken peşimizde çocuklarımızı da sürüklüyoruz.Oysa onlar bizlerin peşinde gelmek istemiyor ve direniyorlar.Bu gözyaşlarından, sözlerinden, hareketlerinden, bakışlarından belli.

Bütün bunlar kendi içimizde cereyan ederken dünyanın bir taraflarında savaş yüzünü yine gösteriyor ve en çok yara alan, ezilen, aç ve susuz bırakılan ve en kötüsü büyüklerin sorumluluklarını yüklenen yine çocuklar oluyor.Ve onlar çocuk olmaktan çıkıp adam oluyorlar, kadın oluyorlar.Bir oyuncağı bile kıramadan, bir atımlık misketi yuvarlayamadan, oyuncak bebeklerini uyutamadan, kollarını açabildikleri kadar açıp uçurtma uçuramadan geceler gündüzleri kovalıyor, gündüzler de geceleri.Her zaman olduğu gibi zaman yine çocukların aleyhine işliyor ve burası Darfur.




Ülkemizde yaşanılan siyasi krizler ve olaylar sebebiyle baş sayfa haberi olmayı yitiren ama acıların hâlâ devam ettiği, insanların yaşam mücadelesi verdiği, kopan her dala inat tutunabilecekleri son dal kalana kadar direndikleri Darfur.Darfur, Sudan’ın güneyinde bir bölge ve Sudan ise Afrika’nın en büyük ülkesi.

Su yok, ekmek yok, para yok, okul yok, katık yok, ilaç yok, anne yok, baba yok ve hiçbirşey yok.İnsanlar Darfur’dan kaçıp sığınabilecekleri en yakın yerleşim merkezlerine gitseler dahi aynı sıkıntılar peşlerinden gidiyor.Darfur çocuklarının resimlerine bakanlar bilirler, yediğiniz ekmek olsa boğazınızda düğüm düğüm olur, içtiğiniz su dahi geçemez boğazınızdan.Ki onlar çöl gibi yerlerde artık ne bulunursa, bulabildikleri otları kaynatıp yemek yapıyorlar ve hiç şikayet etmeden yiyorlar.Gün geçtikçe bununda bulunması zor olsa da umutları taptaze duruyor, bitip tükendiğini gördükleri halde.



Zaman gazetesi fotoğraf muhabiri Kürşat Bayhan, Bilal, Muhammed ve Bahaddin’in hikayelerini anlatırken yüreğinizden bir şey koptuğunu ve bir daha yerine gelmeyeceğini sanırsınız.

“Üç kardeş, ailelerinin geçimlerinden sorumlu. Küçük bedenlerinden beklenmeyecek bir güç ve azimle her gün Otash kampındaki evlerinden çıkıp kilometrelerce uzaktaki bir tren istasyonuna yürüyorlar. Buradaki depolardan sızan mazot damlalarını ellerindeki plastik şişelere gün boyunca dolduruyorlar. Akşam saatlerinde ise Otash kampındaki çadırlarına dönerken yol üzerindeki çadırlara uğrayarak gün boyunca biriktirdikleri mazotları satıyorlar. Tren istasyonunun deposundan damlayan mazotlar bu üç gence ve ailelerine umut oluyor. Yaşları 11 ile 14 arasında olan kardeşler babalarının öldüğünü, anne ve kardeşlerine bakabilmeleri için çalışmaları gerektiğini gururla anlatıyor. Bilal, Muhammed ve Bahaddin’in getirdiği mazot, hastanede günlerdir tedavi için sıra bekleyen hastalara da ilkel gaz lambalarıyla ışık oluyor. “



Çocuk olmak; oyun oynamak, koşturmak, hoplamak, zıplamak, koşmak, çikolata yemek, dondurma yalamak, top peşinde koşmak anlamlarını içermiyor onlar için.Onlar için çocuk olmak; sabah erken kalkıp yollara düşüp, çölün o yakan sıcaklığında akşam güneş batmadan eve bir ekmekle dönebilmek.Yaşadığımız şartları, evimizde, komşumuzda, çevremizde gördüğümüz çocuklarımızı düşürken bunları hayal etmek çok zor biliyorum, aynı şeyleri bende yaşıyorum çünkü.Her gördüğünde bir şeyler isteyen, aldıkça daha fazla isteyen yeğenlere sahip biri olarak biliyorum ki, çocuk her yerde çocuk ve çocuk her zaman isteyen çocuk.Darfurlu çocuklar ise benim düşüncelerimi yıkan, darmadağın eden kocaman insanlar onlar.Yetişkin bir insanın sahip olmadığı olgunluğa sahipler.

Tabağındaki yemeği yemeye dahi üşenen, anne babasına yalvartan, iki adım ötedeki okuluna gitmek için sabahın köründe naz üstüne naz yapan, her gün ayrı bir oyuncak isteyen, şımarttıkça şımartılan çocuklarınıza anne babalar bu resimleri göstersin ve anlatsın.

Darfurlu çocukların dişleri bembeyaz.Neden mi? Çünkü onlar hiç çikolata yememişler ki…

Onlar için söylenmiş çok güzel ama bir o kadar içler acısı o ifade: Darfurlu çocukların sıcaktan yüzleri esmer ama yaşadıkları daha esmer.En kötüsü de savaşın ne için çıktığı dahi belli değil.

Eğitim alma şansını kazanmış olanların gittikleri okullar ise derme çatma, sıralar yok, kitaplar yırtık, kalemler küçücük, tebeşir son kelimesini yazacak noktasını koyacak kadar kullanılıyor ve daha nicesi.

Halimize ne kadar şükretsek azdır.Yaşanan bu tablolar karşısında ömrü hayatınca çalıştığını çocuğunun okuması için döken anne babaların hayal kırıklıkları, bütün her şeylerini seferber edip, hiçbirşeylerini eksik etmeden tamamlarken bu sahneleride düşünmek gerek diye düşünüyorum.


Ne yapabiliriz?

Aslında çok şey…

Önce deminde dediğim gibi halimize şükretmekten başlayabiliriz.

Onlar için dua edebiliriz.

Anne babalar için, çocuklarımıza bunları anlatabiliriz ve dünyanın bir ucunda yaşanan bu sahneler için onlarında maneviyatlarını şekillendirebiliriz.

Üzülebiliyorsak , aslında en güzelini başarmışız demektir.Çünkü bu yaşamanın, insan olmanın, adam gibi adam olmanın bir belirtisidir.

Banane demiyorsak ve dönüp bakıyorsak bir adım daha atmış oluyoruz.

Ve işin maddi boyutu.Bunu burada anlatmak istemiyorum açıkçası.Bu konuda seferber olan yardım kuruluşları var.Netten buralara ulaşabilirsiniz ve isteyen istediği şekilde yardım edebilir ve ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.

Ben sadece, ne halde olursak olalım dünyada Darfurlu çocuklarda var demek istedim.Çocuğunuza gülümserken bir gülümsemeyi de Darfurlu çocuk için yapın, içten edilen bir duayı unutmayarak.

Kaynak: Zaman, Ailem, arkadaşım

Labels:

posted by suveyda @ Permalink ¤11:02 AM   3 comments

about me
gelirsin gidersin dostumsun, gelmezsin gitmezsin neyimsin
Udah Lewat
Archives
Dua
Allah’ım, Sana tutunuyorum, Kimsenin yere atmasına izin verme beni. (Sadi)
Martı

“Yaşamak için ne çok sebep var,” diye düşünüyor uçmanın anlamına vardıkça. Kabiliyetlerinin sınırlarını aşmak, onu yaşatan en büyük sebep. Onun için balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka sebepler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi hür olabiliriz!

Böyledir

Başkasını kıran, inciten bir insanın kendisi de bundan mutlaka yara alır.Kötülüğün oku mutlaka geri döner

Budur

Ne gökte, ne denizde, ne dağların içinde, ne de ormanların kuytu bir köşesinde, hiçbir yer yoktur ki, insan yaptığı fenalıktan, karşılığını görmeden, kurtulup sıyrılabilsin

Arkadaşlar
Designed-By

Visit Me Klik It
Credite
15n41n1