Saturday, September 30, 2006 |
Tam Gemiler Kaçtı Derken; |
Pek çok insan "gemisinin" limana gelmesini bekler... Ama geminin onları bulması ve yanaşması için önce bir liman hazırlamaları, bir deniz feneri ve bir iskele inşa etmeleri gerektiğini unuturlar... O zaman "gemileri" başka bir limana gider. John Columbus
|
posted by suveyda @ Permalink ¤3:40 PM |
|
Friday, September 29, 2006 |
HAYIRLI CUMALAR... |
Huda ya! Hüdâlık sana yaraşur.
Nitekim gedalık bana yaraşur.
Çü sensin, penahı cihan halkının.
Kamudan sana iltica yaraşur.
Şah oldur kim, kulluğun etti senin.
Kulluğun olmayan şah geda yaraşur.
Şu baş kim sana secde eylemeye,
Şah ise zirupa yaraşur.
Şu dil kim, mârizi gamındır senin.
Ana zikrin ile şifa yaraşur.
Gerçi kim isyanımız çok durur,
Sözümüz yine Rabbena yaraşur.
Ben ettim anı kim bana yaraşur.
Sen eyle anı kim sana yaraşur.
Şu gündeki hiç çaresi kalmaya
Ana çaresi Mustafa yaraşur.”
Açıklama: Ya Rabbi! Âlemin sultanlığı sana yakışır. Nitekim kapında dilencilik bana yakışır. Şüphesiz âlemin koruyucusu sensin. Herkesin sana sığınması vaciptir. Sana kulluk eden hakikaten padişahtır. Kulun olmayan şah cezaya layıktır. Sana secde etmeyen baş nankörlük etmiştir, eğer şah ise ayaklar altında sürünmeyi hak etmiştir. Günahlar yüzünden hasta olan gönül ancak senin zikrinle şifa bulur. Günahlarımız için bize lazım olan sana yalvarmaktır. Esas davamız “aman Rabbimiz” diye ağlamaktır. Nefsime zulmedip yüzümü kara eyledim. Ağartmaya senden başka çare bulamadım. Naçarları kurtarmak için yarattığın has kulunu, âlemlere Rahmet olan Resulünü bizlere imdatçı kıl.”
İKİNCİ MURAD HAN’IN YAKARIŞI
|
posted by suveyda @ Permalink ¤9:08 AM |
|
Thursday, September 28, 2006 |
Hayatın 90/10 Sırrı |
Hayatın % 10’u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer % 90'ı ise sizin bu başınıza gelenler karşısında nasıl davrandığınızla gelişir.
Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, kahve fincanına çarpıyor ve bir fincan kahve gömleğinizin üzerine dökülüyor. Biraz önce olan olay üzerinde hiçbir kontrolünüz yok.Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek.
Lanet ediyorsunuz. Kahveyi üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı azarlıyorsunuz. Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor. Kızınızı azarladıktan sonra eşinize dönüyor ve kahve fincanını masanın kenarına çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor. Öfkeyle üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya indiğinizde, kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız otobüsü kaçırıyor.Eşinizin işe gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz.
Geç kaldığınız için, saatte 55 km hız sınırlaması olmasına rağmen, saatte 75 km. hızla gidiyorsunuz. 15 dakikalık gecikmeden ve hız limitini aştığınız için ödediğiniz 60 $ trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz. Kızınız size "Hosçakal" demeden binaya koşuyor. Ofise 20 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz.
Gününüz korkunç bir şekilde başladı! Devam ettikçe kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor sanıyorsunuz.
Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz.Eve ulaştığınızda eşiniz ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz. Neden? Sabahleyin nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak! Neden kötü bir gün geçirdiniz?
A) Kahve sebep oldu. B) Kızınız sebep oldu. C) Polis sebep oldu. D) Siz sebep oldunuz.
Cevap "D" şıkkı.
Kahvenin dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. Sizin gününüzün kötü geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu.Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi.
Üzerinize kahve sıçradı. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe "Tamam tatlım, bir dahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek" diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. Gömleğinizi değiştirip evrak çantasını aldıktan sonra aşağıya iniyorsunuz ve aynı anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri dönüp el sallıyor. Siz ve eşiniz işe gitmek için birlikte çıkmadan önce konuşuyorsunuz . 5 dakika önce işe geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz, ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor.
Farka bakın! İki farklı senaryo. kisi de aynı başladı. İkisi de farklı bitti.
Neden? 90/10 sırrı inanılmazdır! Çok azımız bunun farkındadır.
Sonuç? Pek çok insan, gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve başağrısından acı çekmektedir. Bu sır nedir? Hayatın % 10'u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer % >90'ına ise sizin bu başınıza gelenler karşısında nasıl davrandığınızla karar verilir.
İnsanlar, anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar, hasta olurlar. Arabalar bozulur. Uçaklar geç kalır ve bütün planlarımızı alt üst eder. Trafikte bir sürücü canımızı sıkabilir, vs. Bu % 10'luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Diğer % 90'lık kısım farklıdır. Diğer % 90'lık kısmı siz belirlersiniz.
Nasıl?
Olaylara yaklaşımınızla! Nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak. Gerçekten olanların % 10'unda hiçbir kontrolünüz yok. Diğer %90'ı ise sizin tepkinizle belirlenir.
(Alıntı)
|
posted by suveyda @ Permalink ¤9:35 AM |
|
Wednesday, September 27, 2006 |
AĞAÇ |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤9:43 AM |
|
|
yanlış anlaşılma:) |
arkadaş: süleyman bey nerde? suveyda: manastıra gitti? arkadaş: nereye gittiii? suveyda: manastıra arkadaş: ne işi var orda rahipmi olacak suveyda:evet.yakında bende gidiyorum. arkadaş: git git.yakışır. suveyda: tövbe tövbe.bu mübarek günde çarpılacam senin yüzünden. arkadaş: iyide manastıra gitti diye sensin. suveyda: dedim ama manastır demekte kastım bir yer, bir köy ismi o. suveyda: hiç duymadın mı? arkadaş: yoooo suveyda: duydun işte arkadaş:haaa.duydum suveyda:ha yaa |
posted by suveyda @ Permalink ¤9:13 AM |
|
Tuesday, September 26, 2006 |
şükürler olsun;) |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤10:17 AM |
|
Monday, September 25, 2006 |
Endonezya nasıl Müslüman oldu? |
Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi.
Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi.
Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu: - Hangi kumaştan sattın? -Şu kumaştan efendim. -Metresini kaça verdin? -On akçeye. -Nasıl olur?" diye hayret etti, -Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?
Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu: -Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir? -Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim. Kral, -İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı.
Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı.
Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.
Kaynak : Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince |
posted by suveyda @ Permalink ¤11:31 AM |
|
Saturday, September 23, 2006 |
Hoşgeldin Ramazan... |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤11:16 PM |
|
|
Neler oluyor bu hayatta??? |
ŞARTLI KOŞULLANMA TEZİ
ABD'de Massachusetts İnstitute of Technology'de okuyan bir öğrencinin tanık olduğu bu öykü, bir tez çalışmasının nelere yol açacağını göstermesi açısından ilginç bir örnek oluşturuyor: Bir lisansüstü ögrencisi bir yaz mevsimi süresince her gün üzerine siyah-beyaz çizgili bir tişört giyerek Harvard futbol sahasına gider.
15 dakika boyunca sahayı bir uçtan diğer uca yürüyerek yerlere kuş yemi serper. Bu arada cebinden bir hakem düdüğü çıkartıp öttürür. Yağmur, çamur demeden hergün aynı saatte aynı hareketleri törensel bir ciddiyetle yapar.
Derken sonbahar gelir, futbol mevsimi başlar. Harvard futbol takımının ilk maçı oynanacaktır. Siyah-beyaz tişörtlü hakem başlama düdüğünü çalar ve o anda olanlar olur. Yüzlerce kuş sahaya hücum eder ve doğal olarak maç ertelenir. Bu arada öğrenci tezini vermiş ve mezun olmuştur.
*****
BEYİN TIKACI
Bu ilginç öykü ABD' den Alexandra Donahue'nun arkadaşı Linda'nın başından geçiyor:
Arkansas'a akrabalarını ziyarete giden Linda, alışveriş için bir süpermarkete gider. Arabasını park ederken yanındaki park etmiş arabanın sürücü mahalinde oturan kadın dikkatini çeker.
Kadın ellerini başının arkasına kavuşturmuş, gözleri kapalı, kıpırdamadan durmaktadır. Linda, kadının durumunda bir tuhaflık sezer, ancak müdahale etmez. Alışverişini tamamlayıp, arabasına döndüğünde kadını hala aynı pozisyonda görünce dayanamayıp arabanın camına vurur:
"Iyi misiniz?".
Kadın cevap verir: "Başımdan vuruldum. Beynim dışarı akmasın diye tutuyorum".
Bu cevap üzerine telaşlanan Linda, süpermarket yetkililerinden yardım ister. Ambulans çağrılır. Otomobilinin kapı kilidi kırılarak açılır ve kadın dışarı çıkartılır. Ancak büyük bir şaşkınlıkla kadının başının arkasında bir parça ekmek hamurunu sıkıca bastırarak tuttuğu görülür.
Sonunda olay anlaşılır. Kadının marketten satın aldığı mayalı ekmek hamurunun poşeti, otomobilin içindeki sıcak havanın etkisiyle, tabanca sesine benzer bir sesle patlamış; hamur parçaları büyük bir hızla çevreye saçılmıştır. Duydugu sesi tabanca sesi, başının arkasına yapışan hamuru kurşun deliğinden dışarı sızan beyni sanan kadın, Linda'nin gelişiyle sanal kâbustan kurtulur.
*****
KIZARMIS HAYALET
Bu öykü Yeni Zelanda'dan Kay Martin' e ait: Akşam yemeğine arkadaşlarını çağıran Kay, yemekten önce küçük bir aperatif hazırlarken bir tavuğun acı acı bağırdığını duyar. Sesin nereden geldigini merak eden Kay bahçeye çıkar. Bahçede bir şey göremez. Ancak ses daha yakınlardan, hatta mutfaktan gelmektedir. Giderek yükselen sesin kaynağını keşfettigi zaman tüyleri diken diken olur. Kızarmasi için fırına yerleştirdiği tavuktan çığlık çığlığa sesler gelmektedir.
"O anda elim ayağım boşandı. Tavuğu canlı canlı pişiriyorum sandım. Korkudan az daha ölüyordum." diyor..
Tavuğun çığlıkları Kay'inkiler ile birleşince konuklar mutfaga üşüşür ve çığlıkların nedeni ortaya çıkar. Tavuğu fırından çıkartan konuklar, hayvan sogudukça seslerin kesildiğini fark ederler.
Yeni Zelandâ da tavuk çiftliklerinde hayvanlar, bizde olduğu gibi boynu kesilerek öldürülmez. Kay'in akşam yemeği için hazırladığı tavuğun ses telleri kesilmediği için tavuğun karnında biriken buhar, hayvanın boğazından geçerken büyük bir basınçla ses tellerini harekete geçirmiştir.
Bu olaydan sonra, tahmin edebileceginiz gibi, Kay bir daha evinde tavuk pişirmez.
|
posted by suveyda @ Permalink ¤10:44 AM |
|
Friday, September 22, 2006 |
Cumanız Mübarek Ola... |
Biz ettik anı ki bize yaraşır Sen eyle anı ki sana yaraşır! Bizden isyan, senden ihsan! Bizden dua senden icabet; Biz diken ektik, sen gül derlet ya Kerem kanı,
Zevkli, şevkli, feyizli, nurlu mübarek bir ay: Onbir ayın sultanı, mah-ı gufran: Ramazan! Mutlu ve mübarek bir Ramazan için inşallah…
...
malum bu hafta "şehit ve gaziler haftası".Bu ülkede vatanı için askere giden cepheye koşan her türk askeri annelerinin şu dilekleri arasında uğurlanıyordu.
“... Zavallı valide ciğerparesini bir daha kokladı. Dedi ki: Hüseyin... Dayın Şıbka’da, baban Dömeke’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale’de yatıyorlar. Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme. Yolun Şıbka’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin.”
Şehitlerimizin aziz ruhlarına rahmet diler, gazilerimize de sağlık ve sıhhatler dilerim.Umarım hakettiğiniz değer verilir.
...
Enes’den rivayet edildiğine göre:
“Cuma günü bana bolca salavat getirin. Çünkü Cebrail bana az önce geldi ve Rabbisinden şu bilgileri getirdi: Yeryüzünde bir müslüman sana bir kez salavat getirirse, ben ve meleklerim ona on kez salat ederiz”.
“Cuma günü bana çokça salavat getirin. Çünkü, Cuma, meleklerin şehadet ettiği şahitli bir gündür. Bana salavat getiren bir kulun sesi, nerede olursa olsun bana ulaşır.”
"Allahümme salli ala muhammedin ve alihi ve sahbihi ve barik ve sellim. "
hayırlı cumalar...
|
posted by suveyda @ Permalink ¤1:10 PM |
|
Thursday, September 21, 2006 |
Allah’a Ismarladık… |
Hayata bakışımız, hayatı algılayışımız ve yaşama tarzımız değiştikçe kelimelerimiz de değişiyor.Belki de tersi oluyor kim bilir? …
Yabancı dil öğrenirken, dilini öğrendiğimiz milletin çocuklarının hangi durumlarda ne dediklerini öğrenmek özel bir önem taşır.Çünkü bu tür sözlerin motamot tercümesi yoktur.Misafiri karşılarken ya da uğurlarken, bir seyahate çıkarken söylenen ibareler her dilde, o dilin sahiplerinin dünya ve hatta bazen öte dünya görüşlerini yansıtacak tarzda farklı farklıdır.Selamlaşmalar farklıdır, ünlemler farklıdır, deyim ve atasözlerinde büyük farklılıklar vardır.
Bir Arap, konuğunu karşılarken “Ehlen ve sehlen!” der.Bunun en basit anlamı “siz ve aileniz güvenlik, huzur ve saadet içinde konuğumuz olun; burada sizin rahatınız için her şey yapılacaktır” demektir.Bu iki kelime, Arap konukseverliğinin muhteşem bir ifadesidir.
Türkler bir yerden ayrılırken “Allah’a ısmarladık” derler.Bu ibareyi kullanan kimse, geride bıraktıklarını en güvendiği mercie emanet ediyor demektir.Hem onları sevdiğini hem de her gücün fevkinde Allah’a itimat ettiğini ifade etmektedir “Allah’a ısmarladık” sözü… …
Araplar da, özellikle gurbetçi akrabaları ve dostlarıyla yaptıkları telefon konuşmalarını bitirirken kelime-i tevhid okurlar.Konuşma hitama erdikten ve artık ahize yerine konacakken telefonun bir ucundaki “La ilahe illallah”, diğer ucundaki de “Muhammede Resulullah” der.Bu, “Biz de bu kelime-i tevhid gibi bir araya gelelim, sonsuza kadar birlikte olalım! temennisinin zarif bir ifadesidir.Dua hükmünde bir davranıştır.”Habibinin adını kendi adından ayırmadığın gibi, bizi de birbirimizden ayırma Allah’ım” demektir.
“Take care” diyen sadece geride bıraktığı kişiyi önemsediğini ve onun üstüne titrediğini belirtmiş olur; ama “Allah’a ısmarladık” diyen, bu ilgi ve özenin yanı sıra sevdiklerini en yüce bir makamın koruyucu ve gözetici şefkat kanatları altına emanet etmiş bulunmaktadır.
Allah’a ısmarladık yerine ikame olunan “bye”, “hadi bye”, “çav” ya da telefonda “kapattım”, “öptüm” gibi ifadelerin deruni ve aşkın çağrışımları yoktur.Allah’a ısmarladık yerine başka şey diyen bir insan “kader ayırsa bile, mahşerde buluşuruz” şarkısını yazamazdı mesela…
Allah’a ısmarladık demeyen, inşallah demeyen bir nesil intahara daha kolay teslim olabilir, yaşama coşkusunu daha çabuk yitirebilir, Allah’ı ve ahiret gününü daha az hatırlar.
Sevdiklerimi her zaman Allah’a ısmarlıyorum.O, emanetleri koruyanların en hayırlısıdır.
(Fatih Okumuş) |
posted by suveyda @ Permalink ¤9:13 AM |
|
Tuesday, September 19, 2006 |
" Suvi " |
Sorunlarım var!!!
Dün bu başlıklı bir mail aldım.Hayırdır dedim içimden, ne oluyor gene.Şöyle yazıyordu içeriğinde.
"Merhaba suveyda, Ben siber çiçeğin suvi. Şu anda durumum pek iç açıcı değil, beni ihmal ettin. Yaşamam için senin bakımına ihtiyacım var, çünkü bana senden başka bakacak kimse yok. Yaşadığım siteye uğrayıp durumumu düzelt lütfen, eğer siteye uğramazsan kaderime razı olup seni bir daha arayıp sormayacağım."
ohh be! Bende kötü bişey oldu sandım.Sanal bir çiçekle kurtarmıştık vaziyeti.Neyse içim rahat etmedi gene gidip bir bakayım dedim çokmu zor durumda bu çiçek diye.
Bu arada tanıştırayım çiçeğimizin adı "suvi".Sanal ortamda kendi adınıza çiçek yetiştiriyorsunuz, suyunu, ışığını , gübresini veriyorsunuz.Düzenli takip edip gerekeni yapıyorsunuz.Dedem duysa çok şaşırırdı.Sen gül gibi köyünde çiçek yetiştirme git sanal alemde çiçek büyüt derdi kesin.
Neyse gittim siteye baktım çiçeğime.Suvi'nin durumu içler acısı.Suyu, gübresi bitmiş, solmuş, sararmış aşağıdaki şekildeki gibi yaşlı gözlerle beni bekliyor zavallı.
Bırakacaktım ama kıyamadım gene.Suyunu verdim, gerekenleri yaptım çıktım.Bugün bi bakayım dedim ne alemde bu suvi.Girdim baktım ki ağzı kulaklarına varmış durumda.Hadi suvi yüzünü güldürdük.Allah da benim yüzümü güldürür inş.Ben unutursam sen hatırlatırsın artık gene.
Yazın amcamlar Almanya'ya gittiklerinde çiçeklerini bana emanet etmişlerdi.Onlarıda ihmal etmiştim.Gelmelerine yakın gidip o kadar su döktüm ki bide dedim üstüne yaşamak zorundasınız, sakın benim yüzümü kara çıkarmayın:)
İyi güzel de ben bu çiçeklere niye bakamıyorum? Aslında hiç böyle yapmazdım ama, bende anlamadım gitti.Aksine evimizde de bir sürü çiçek var, nerdeyse ormana dönecek ev.Geçici bir durumdur inş.
...keşke herkes böyle hatırlatsa kendini, anlatsa derdini de kolayca çözebilsek herşeyi...
|
posted by suveyda @ Permalink ¤12:24 PM |
|
Monday, September 18, 2006 |
Haftaya Kuş Bakışı; |
Gazetelere şöyle bir göz gezdireyim dedim ne enteresting durumlar oluyor.Birde ne zamandır gazete okumadığımı farkettim.İnternet çıktı mertlik bozuldu gibi bişey sanırım.Haber sitelerinde gezinmekten gazetenin hışırtısını bile unutmuşum.Çok klasik bir laf olacak benimkisi de ama gazete okumanın zevki bir başka.Eskiden elime geçen eski gazeteleri bile okurdum.Oysa şimdi günlük çıkana bile baktığım yok çoğu zaman.Gazete okumanın bir diğer güzel tarafı ise istediğiniz yazıyı rahatlıkla okuyabilir, çaktırmadan arkası yarınlı pembe yazı dizilerini okuyabilirsiniz:).Şimdi bilgisayarı açsan her şey er meydanında.Gizli kapaklı iş çevirmek daha zor:)
Şöyle bir bakalım neler oluyormuş gezegenimizde…
Ana sayfadan direk savaş , katliam haberleri. Irak’ta her gün işkenceyle öldürülmüş 50 kişinin cesedi bulunuyormuş.Iraklı yetkililer alıştık artık diyor ve bütün İslam dünyasıda… Gözden gönülden IRAK!!! Alışmak!!! Bazen ne feci bir kelimeye dönüşebiliyor…
Ramazan yaklaşıyor nerdeyse kapıda artık.Bizimde ramazan sorunlarımız başlıyor.Malum teravih namazı ve adı çıkan şu jet imam meselesi.Ama Van Müftüsü olaya bir çare bulmuş.Ramazan ayında, cemaatle hızlı teravih namazı kıldıran imamlara ceza verileceğini söylemiş.Müftü amca helal sana.Bu para cezasından sonra değil hızlı kıldırmak, hatim inerler, hatim.
Müftü jet imamlara para cezası veredursun Erzurum’da bazı vatandaşlar özellikle sabah vakti yüksek sesle ezan okunduğu gerekçesiyle müftülüğe şikayette bulunmuşlar. İnna sabirin.Gelde sesini yüksek volume yapma şimdi.
Bandırma’da tavuklar için CV kurulmuş.Bu teknik sayesinde vatandaşlar tavuğun barkotunu internetten girerek hangi aşamalardan geçtiğini rahatlıkla görebiliyor ve ne zaman, kim tarafından kesildiğini öğrenebiliyormuş. O kadar kuş gribi krizinden sonra iyi düşünmüş yurdum insanı.Uğur Dündar bile derman olamamış dertlerine.Azmı tavuk ve yumurta antipatisi olmuştu.Hay aklınızla bin yaşayın emi. her şeyi yemek yok artık, alacaksın tavuğu , geçeceksin bilgisayar başına, gireceksin barkotunu , bakalım geçmişi temizmi , karanlıkmı, sabıkalımı, bir bir öğreneceksin.Çiğ tavuğun başına bile gelmez dediğimiz olaylar geldi işte.Bu kadar şom ağızlık yapmaya gerek varmıydı:)
Ünlü Şerefcan olayında, Eceabat Cumhuriyet Başsavcılığı annesi Yıldız E hakkında “Adli Makamlara Yalan Beyanda Bulunduğu “ gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuş. Az bile yapmışlar.Hatun türk filmlerine taş çıkartacak senaryosuyla azmı kandırdı türk milletini.Bazıları için yalan söylemek ne kadar basit ve kolay.Güven, dürüstlük, doğruluk dolabındaki hangi çekmecesinde gizli kimbilir…
Birde şu habere bakın.Ben bayağı güldüm de sizi bilemem. “Erkekler Voleybol Birinci Ligi takımlarından Tokat Belediyesi Plevnespor’un her konuda anlaştığı Brezilyalı Lamb deniz olmadığını öğrendiği Tokat’a gelmekten vazgeçti.” Siyesetçilere gün doğdu.Ankara’ya deniz getirmek demode oldu artık, kolaysa Tokat’a deniz getirin:)
Alzhimer hastalığının teşhisinin 100. yılı dolayısıyla 18 eylül de yani bugün, “bu büyük yalnızlığı paylaşıyoruz” kampanyası başlatılacakmış.Kampanya kapsamında, Türkiye adına Nasuh Mahruki Klimanjero dağına tırmanacakmış.Adamlar zaten yalnız sen tut yapayalnız git bir dağda tırman, şöyle kalabalık biyerlere tırmansaydı diye düşünmedim değil hani.
Ve bir de ölüm haberi. “Floransa’ya cami dikilirse kendi ellerimle havaya uçururum “ diyen İslam karşıtı İtalyan kadın yazar Oriana Fallaci 76 yaşında kanserden ölmüş. Nasılmış uçmak gördünmü şimdi!
Bir gülermisin mi ağlarmısın haberi daha. Hindistan’ da erkek çocuk bekleyen bir kadın, 7. çocuğu da kız olunca doğumdan birkaç saat sonra kalp krizinden ölmüş.Yaklaşık iki saat ağladıktan sonra aniden gitmiş.Ailenin komşuları ise “kocasının, erkek çocuk için kadının başının etini yediğini” söylemişler. Düşünce her yerde aynı , nato kafa nato mermer.Ne derler bu tipler için, bulmuş da bunamış .
…kazalar, cinayetler, cinnetler, bombalar, füzeler, entrikalar, yalanlar, iftiralar vs vs … şlakkkkkkkk kapatıyorum ve bir çay içiyorum boğazım kurumuş okumaktan:) dip not: spor sayfası hiç okunmadan ve bakılmadan geçilmiştir. Açıklama:verilen spor haberi ön sayfalardan alınmıştır. En sevmediğim sayfadır spor sayfaları en derin dip not: ))
Velhasılıkelam bitmez bu dünyanın derdi, gamı, tasası. Dünyanın derdi benimi gerdi diyorum ama geriyor bazan yani. Hepinize bol güneşli günler: )
İyi günler, iyi haftalar efendim her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsak: )
|
posted by suveyda @ Permalink ¤12:34 PM |
|
Sunday, September 17, 2006 |
Tatlı Yiyelim, Tatlı Konuşalım ;) |
Malumunuz yemek blogları reyting rekorları kırıyor.Benim öyle bir hedefim yok ama benim bloğumda da yiyecek birşeyler olsun dedim.Millet gelince aç kalmasın:).Öyle kolay yoldan bişeyler yapmakta yok, az uğraşacaz.Mesela yufka açmaktan başlayabiliriz.Malum Ramazan da yaklaşıyor hem hazırlık olur.Menümüzde tatlılar var.
yufkaları açıyoruz.yırtmadan, yırtmadan:)
sonraaaaaa; bir güzel tepsiye diziyoruz, aralarına ceviz serpiyoruz. üstünüde bir güzel kapatıyoruz.
sonradaaaa; bir güzel kesiyoruz.dikkatinizi çekerim güzel kesiyoruz dedim:) ve baklavamız hazır.
evettt; sıra burma tatlısında.alt yapı olarak baklava ama ekran olarak değişik bir versiyon:)
buda ne diyenler için, yarım ay tatlısı.bunda daha çok yufka gidiyor.aslında bunu yapmak planlarda yoktu ama yufka açanlar biraz darlandılar.bitmeyecek diye bana zorla yaptırdılar bunu:) canıma minnet bende zaten sıkılmıştım.bir baktım bayağı bir azalmış hamur.ben onlardan daha çok sevindim:) yoksa biteceği yoktu , bazan böyle katakulleler düşünecen:) şimdi sonuca varmak üzereyiz...
veeeeeeeeeeeeeeeee işte yemeye hazır burma tatlısı,
ancak bu hazır hale gelebildi.tek duymak istediğim şey şu: ımmmmm, ımmmm, ımmmmmm çok güzel olmuş:)) bugünlük yemek programımız burada sona ermektedir sayın blog izleyicileri, bir dahaki programda görüşmek üzere esen kalın , şen kalın, mutlu olun:)) şu an itibariyle yemek yeme eyleminde bulunan dünyadaki bütün insanlara da bu blog aracılığı ile afiyet , bal şeker olsun yedikleri:)) ayrıca ben burda bu işlerle uğraşırken, pazar gününü ganimet bilip dağ bayır gezen, piknik yapan, eğlenen ve buna yakın benzer güzel birşeyler yapanları esefle kınıyorum:)) bide sosyal bir mesaj verelim.yedik, içtik kalktık hesabı olmasın. ve diyorum kiiii... her zaman sağdan gidiniz.!!! :))))hoşçakalın.:)))) |
posted by suveyda @ Permalink ¤7:25 PM |
|
Saturday, September 16, 2006 |
bir sormacam var balalar ;)) |
Zamanın birinde bir kral düşman ülkenin kraliçesine aşık olur, tabii kraliçede ona.
Ancak halkın isyan çıkarmasından korktuğu için onunla gizli olarak haberleşmek istemektedir.Bu dengeler altında kral, kraliçeye duygularını yazdığı bir kağıdı alır çelik bir kasanın içine koyar, uşaklarına ülkesinin en ünlü çilingir ustasını çağırmalarını emreder.
Yaşlı çilingir ustasına dünyada hiçbir çilingirin açamayacağı kalitede bir kilit yaptırır, kilidin tek anahtarı olacaktır. Anahtarı boynuna astıktan sonra çilingiri öldürtür ki bir daha kimse ona baska anahtar yaptıramasın.
Çelik kasayı alır içine mektubu koyar kapağını kapatır, kapağın ve çelik gövdenin üzerinde bulunan halkalara kilidi takar ve kilitleyip gönderir.
Kasanın yolculuğu esnasında muhalif güçler olmadık yöntemler denerler ama kasayı açmayı başaramazlar.
Kasa kraliçenin huzuruna geldiğinde kraliçe ülkesinin en ünlü çilingirini çağırır ve kilidi açmasını ister. Yaşlı usta kilide bakar ve orjinal anahtarı olmadan açılamayacağını söyler.
Kraliçe elini şakağına koyar düşünür düşünür. Ve sonunda bir formül bulur. Bulduğu formülle yillarca güven içerisinde yazisirlar.
Ve, kraliçenin buldugu bu formül bu gün secret haberlesmede kullanilan en yaygin ve en güvenli yöntem olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Kraliçenin bulduğu bu formül nedir acaba? |
posted by suveyda @ Permalink ¤8:47 AM |
|
|
Küçük Prens ve Tüccar |
"Günaydın," dedi küçük prens. "Günaydın," dedi tüccar.
Susuzluk giderici haplar satan bir tüccardı bu. Haftada yalnızca bir hap yutuyordunuz ve hiç susamıyordunuz.
"Bunları neden satıyorsunuz?" diye sordu küçük prens. "Çünkü çok zaman kazandırıyor," dedi tüccar.
"Uzmanlar hesaplamışlar. Bu haplarla haftada elli üç dakika kazanılıyor." "Peki ne yapacağım o elli üç dakikada?"
"Ne istersen..."
"Bana sorarsanız," dedi küçük prens,
"Dilediğimi yapacağım bir elli üç dakikam varsa, bir su kaynağına doğru gönlümce yürümeyi seçerim." Antoine de Saint-Exupéry
|
posted by suveyda @ Permalink ¤8:36 AM |
|
Friday, September 15, 2006 |
hayırlı cumalar... |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤9:31 AM |
|
Thursday, September 14, 2006 |
şu an itibariyle ateş bulunmuştur;) |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤9:17 AM |
|
Wednesday, September 13, 2006 |
bir sapanım, bir ben ve bir de dualarım... |
Bir sapanım var ve yüzlerce taşlarım… Öyle bildiğiniz taşlardan değil, seçilmiş bunlar.Hani attığın zaman beyni yaran taşlar. Bir kat elbisem var, kenarları sökük.Bakmayın sökük olduğuna tertemizdir.Ayakkabılarım var kenarları yırtık. Olsun. Ya hiç olmasaydı! Babamdan yadigar kolyem var boynumdan hiç çıkarmadığım ve bir de annemin taktığı nuska.Seni kötülüklerden korur demişti annem takarken, ölüm döşeğinde. Ve bir de yanımdan hiç ayırmadığım resim var koynumda sakladığım.Annem-babam-abim-ablam ve ben… Minnacık duruyorum orda.Babam, annemin omzuna atmış elini , ben annemin kucağında , abim ve ablam yanyana. Bomba sesleri arasında dünyaya gelmişim.Bodrum katta dünyaya açmışım gözlerimi ve savaşa ve kana ve barut kokusuna…
Alıp götürdüler bir gün abimle ablamı.Babam koştu peşlerinden, kör hücrelere tıktılar onu.Annem dayanamadı bu acıya, o da gitti hiç dönmemecesine.
Bir başıma kaldım buralarda, bir başıma sapanımla ve taşlarımla…
Her taşımı annem-babam için, abim –ablam geri dönsün diye atıyorum.Yanağımdan süzülen yaşlar senin için ablam.Hani bana çikolatalı pasta yapacaktın ya.Yapacaksın bir gün abla, onun için bu taşlar.Başka çocukların ablaları da gitmesin diye bu taşlar…
Hani beni parka götürecektin ya abim, çarpışan arabalara binecektik, dönme dolaba, trene.Bu taşlar onun için abim.Hiç gidemeyeceğimiz parklar için bu taşlar abi.Parka gidemeyen çocuklar kalmasın diye, bu taşlar…
Ey koca tank! Sen mi beni korkutacaksın?Senmi ölümüme sebep olacaksın.Dertlilerin dermanı, çaresizlerin çaresi Allah’ım var benim.O istemedikçe bir adım yaklaşamazsın bana.Ama O isterse bu avuçladığım taşlar mezar olur sana.O isterse Ebabil kuşlarını yollar , dağıtır, perişan eder.
Kaç metre uzağa fırlatabilirsin füzeni, ne kadar uzağa düşürebilirsin bombalarını?Kaç gönlü yangın yerine çevirebilirsin? Söyle ey koca tank kaç ocağı tarumar edebilirsin…
Ben söyleyeyim. Senden hızlı giden, senden çabuk ulaşan dualarım var benim.Yangın yerini gül bahçesine çeviren yakarışlarım var benim, gözyaşlarım var puldan öte, zarftan ziyade.Melekler taşır benim mektuplarımı.
Hâlâ üstüme gelmeye razımısın?Hâlâ taşlarıma hedef olmaya, dilimde beddua olmaya var mısın? Dilimde dualarıma düşmeye heybetin yetecek mi dersin?
Bir ben varım , bir sapanım, bir de taşlarım ve bir de dualarım…
Benden korkmuyorsan çık karşıma!
Ve vaat edilmiş gün gelince taşlarım bile hesap soracak senden.Ben onlarla oyun oynuyordum, sen geldin, silah oldu onlar ellerimde…
|
posted by suveyda @ Permalink ¤10:14 AM |
|
Tuesday, September 12, 2006 |
BUGÜN VE BUGÜN |
Öyle çabuk geçiyor ki günler. Hele sen de bir bak hayatına. Daha dün doğmuşuz sanki. Yeni okula başlamışız, Yeni sevmişiz.
Öyle çabuk geçiyor ki günler. Hele sen de bir bak hayatına. Yarın bitecek sanki her şey. Yarın ölecek gibiyiz.
Daha doymamışız yaşamasına. Günlerimiz dün bir, bugün iki. Sakın bir şey bırakma yarına. Yarın yok ki.
Özdemir Asaf |
posted by suveyda @ Permalink ¤8:43 AM |
|
|
kadın olmak;) |
|
posted by suveyda @ Permalink ¤8:28 AM |
|
Monday, September 11, 2006 |
DERS:tarih KONU:Osmanlı Devleti |
*Solda, Hilafet Sancağı
*Sağda, Türk Bayrağı
*Ortada Bulunan Eliptik Şekil ve Üzerindeki Kavuk;Osmanlı Hanedanı’nın Bütün Müslümanların (İslam Toplumlarının) lideri (Halifesi) olduğunu
*Çiçekler Hoşgörüyü
*Terazi Adaleti
*Kitap Müslüman Türk Devletini
*Silahlar Türk Ordusunu
*Güneş; Türk Osmanlı Devletinin Büyüklüğünü
*Güneşin Ortasında ki Yeşil Yuvarlak ve içindeki Tuğra; Türk ve Müslüman Büyük Osmanlı Hanedanını
*Tuğra’nın Altındaki Ay; Devletin Dünyadaki Bütün Müslümanların Bekçisi Olduğunu
*Madalyonların Asılı Olduğu Aksam, Köklü Osmanlı Devletini ve Türk kültürünü
* En Altta Asılı Olan Madalyonlar; Devletin Çeşitli Milletlerden Olan Halkını simgeler |
posted by suveyda @ Permalink ¤8:46 AM |
|
Sunday, September 10, 2006 |
kuzenlerle başbaşa:) |
büşra-sena-kübra
suveyda: şşştt rahat durun foto şipşak geldi:) sena: abla ben acıktım suveyda: neeeeee.bi dur sena cım ya sena: ablaaaa acıktım diyom sana suveyda: tamam sen biraz leblebi ye onla bastır mideni sena: tamam bastırayım abla. suveyda: tamam gel sen ye şurda, az işim var benim sena: ama abla basılmıyor bunla midem suveyda: :))))) sena: abla gülmesene suveyda: güldürme sende beni:))) sena: abla ne zaman yemek yiyecez suveyda: tamam tamam dur obur şey :) kübra: bende acıktım büşra: bende acıktım suveyda: iyi aferim size.hadi gidin hazırlayın yiyelim.bende acıktım:))) |
posted by suveyda @ Permalink ¤10:05 PM |
|
Friday, September 08, 2006 |
Yeni bir sayfadan herkese MERHABA… |
Taşınıyorum;)
“Bir insanı sevmekle başlar her şey…”
İlk böyle başlamıştım blog hayatımda yazmaya.Bir insanı sevmekle başlardı her şey.Ki zamanla buralarda pek çok sevebileceğim insan olacağını gördüm.Simâlarını bilmediğin pek çok insanın kelimelerine âşina oluyormuş insan.İstisnalar kaideyi bozmaz hesabınca ladybirdle sohbetimiz kavgayla başlamış olsada yeni yere taşınmama el-ayak olduğu için herkesin huzurunda teşekkürler.Haber spikeri edası oldu buda.idare ediver balböcüğü:)
Aslında yer mekan benim için önem arzeden şeyler değildir elbet.Önemli olan istediğimi yapabilmem, istediğimi de yüreğimle yapmam her nerede olursa olsun.Şayet bir gün böyle düşünmez olursam siz bu satırları okurken ben zaten çok uzaklarda olurum:) Değişen hiçbirşey yok hâlâ bir tık kadar yakınım herkese...
Malumunuz dün akşam Berat Kandili idi.İnşallah hakkımızda hayırlı ömürler yazılmıştır ve inşallah dularımız kabul olunmuştur.Yeni bir blog sayfası için dua etmemiştim ama baksanıza demek ki banada burası yazılmış:) İnşallah diğer dilediklerimde yazılmıştır defterime ve sizlerinde…
Bugünün önem arzeden diğer bir tarafı ise mübarek gün CUMA olması.Yeni bir sayfa, yeni bir kader, yeni bir gün e daha ne olsun.Bundan iyisi şamda kayısı:) Birazcık görmemişin bloğu olmuş vari bir hava oluştu ama idare ediverin artık:) Amaç günün anlam ve önemini arzetmek yoksa benim geçmişim belli zaten. Velhasıl herkese Hayırlı Cumalar…
Ben kimmiyim?Bir çocuğun hüznünde hüzünlenen, gülüşünde gülüşüm saklı öylesine sıradan bir insanım…Ve her gelen günü ümitle beklerim.Necati Cumali gibi…
Her yeni gelen günü Yeni ümitlerle beklemeli Her yeni gün Yeni havalarla gelir Gece, yagan yagmurla uyursun Sabah birde bakarsin odan Günesli. |
posted by suveyda @ Permalink ¤10:14 AM |
|
|
|
about me |
gelirsin gidersin dostumsun, gelmezsin gitmezsin neyimsin |
Udah Lewat |
|
Archives |
|
Dua |
Allah’ım,
Sana tutunuyorum,
Kimsenin yere atmasına izin verme beni.
(Sadi)
|
Martı |
“Yaşamak için ne çok sebep var,” diye düşünüyor uçmanın anlamına vardıkça. Kabiliyetlerinin sınırlarını aşmak, onu yaşatan en büyük sebep. Onun için balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka sebepler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi hür olabiliriz!
|
Böyledir |
Başkasını kıran, inciten bir insanın kendisi de bundan mutlaka yara alır.Kötülüğün oku mutlaka geri döner |
Budur |
Ne gökte, ne denizde, ne dağların içinde, ne de ormanların kuytu bir köşesinde, hiçbir yer yoktur ki, insan yaptığı fenalıktan, karşılığını görmeden, kurtulup sıyrılabilsin |
Arkadaşlar |
|
Designed-By |
|
Credite |
|
|