Monday, September 25, 2006
Endonezya nasıl Müslüman oldu?
Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi.

Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi.

Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan.
Merak etti, sordu:
- Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?" diye hayret etti,
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?

Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.

-Ne demekti hakkını helâl et?

Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı.
Kral sordu:
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman'ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral,
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı.

Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm'ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.

250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya'nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı.

Efendimizin müjdesi herkese açık: "Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir." Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.

Kaynak : Mehmet Paksu, İman Hayata Geçince
posted by suveyda @ Permalink ¤11:31 AM  
4 Comments:
  • At 9:01 AM, Blogger Kayhanoviç said…

    güzel bir hikaye acaba gercektende böylemdirki. ama olmasada ders niteliğinde güzel bir paylasım

     
  • At 10:53 AM, Blogger Gulce said…

    Çok güzel. İslamiyet doğru yaşandığında nelerin olacağını gösteriyor. Örnek bir hayat birçok kimsenin hidayetine vesile oluyor.

     
  • At 12:09 PM, Blogger berra said…

    Daha önce duymamıştım bu hikayeyi.Ama gerçekten çok güzel.Paylaştığın için teşekkürler..

     
  • At 8:58 AM, Blogger suveyda said…

    kayhan,
    bende ilk defa duydum bunu.
    dedim neden olmasın.
    olması için herşey müsait:)
    ama gerçek olmasa bile bir mesaj gönderiyor alabilecek olanlara.



    gulce,
    kesinlikle gülce,
    konuyu süper özetlemişsin.
    üstüne laf etmeyelim:)


    berra,
    gel beriye berra,
    şimdi duyduk ikimizde.
    artık bidaha duymadım deme hakkına sahip değilsin.
    bu yazı için tabiki:)

     
Post a Comment
<< Home
 
 

about me
gelirsin gidersin dostumsun, gelmezsin gitmezsin neyimsin
Udah Lewat
Archives
Dua
Allah’ım, Sana tutunuyorum, Kimsenin yere atmasına izin verme beni. (Sadi)
Martı

“Yaşamak için ne çok sebep var,” diye düşünüyor uçmanın anlamına vardıkça. Kabiliyetlerinin sınırlarını aşmak, onu yaşatan en büyük sebep. Onun için balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka sebepler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi hür olabiliriz!

Böyledir

Başkasını kıran, inciten bir insanın kendisi de bundan mutlaka yara alır.Kötülüğün oku mutlaka geri döner

Budur

Ne gökte, ne denizde, ne dağların içinde, ne de ormanların kuytu bir köşesinde, hiçbir yer yoktur ki, insan yaptığı fenalıktan, karşılığını görmeden, kurtulup sıyrılabilsin

Arkadaşlar
Designed-By

Visit Me Klik It
Credite
15n41n1