Friday, January 12, 2007
HAYIRLI CUMALAR
MAHMUTBEY CAMİİ
Tavan inşa edilirken tek bir çivi bile kullanılmamış

Kastamonu'nun kuzeybatısında, kentin 18 kilometre dışında çok eski bir köy var. Kendi köy ama adı Kasaba. Bu güzel Kasaba Köyü'nde mini minnacık bir cami var. Halk arasında Kasaba Camii diye biliniyor ama asıl adı Mahmutbey Camii. Çandaroğlu Adil Bey'in oğlu Emir Mahmut tarafından yaptırılmış. Günümüzden tam 636 yıl önce inşa edilmiş. Emir Mahmut Bey, mescidin yapımına 1366 yılının ramazan ayında karar vermiş. Ahşap bir eser. Selçuklu ve Beylikler Dönemi ahşap camiler geleneğinin en güzel örneklerinden biri. Dışardan bakarsanız, yalınlığı ve küçüklüğü sizi aldatabilir. Cümle kapısından adım attığınızda, eşikten itibaren olağanüstü bir hazinenin içine doğru yolculuk yaptığınızı anlarsınız.


El oyması işlemeli kapı, zengin bezemelerle kaplı, nakış nakış işlenmiş, orada öylece bir sabır ve sanat abidesi olarak duruyor. Aslında şu anda görmekte olduğunuz kapı, aslının bire bir kopyası. Kapının orijinali Kastamonu Etnografya Müzesi'nde. Müzedeki kapı tam üç kere hırsızlar tarafından çalındı ve her seferinde ülkenin çeşitli kentlerinde antikacılarda ele geçirildi. Kastamonu Valiliği de baktı ki olmuyor, kapının bir kopyasını kentte hálá yaşamını sürdüren ahşap ustalarına yaptırarak, orijinalini müzede korumaya aldı. Kapının üstündeki kitabede, 'Mescitler Allah'a aittir. Orada Allah'tan başkasına tapılmaz' yazıyor. Kapı girişinde bu eseri yapan ustanın 'Nakkaş Mahmut oğlu işçi Abdullah' olduğu kaydedilmiş. Kapıdan içeri adım atıp da başınızı tavana kaldırdığınızda ise başka bir rüyaya doğru yürürsünüz. Bu tavan, tek bir çivi dahi kullanılmadan, geçme usulüyle yapılmış. Emir Mahmut'un burayı yapan ustaya, 'Çivi kullanma ki, dağların neminden, rüzgarların gamından yorulup, paslanıp güçten takatten düşmesin. Kendisiyle birlikte tavanı çökertmesin. Bütün dağlar ve ormanlar emrindedir, istediğin ağacı seç ve kes. Öyle bir tavan yap ki, gökkubbe ayakta kaldıkça yıkılmasın' dediği rivayet edilir. Mihrabın iki yanında silindir biçiminde, hálá dönebilen iki taş var. Eski yapı tekniğinde kullanılan bu silindirler, elinizle çevirdiğinde dönmeyi sürdürüyorsa yapının kurulduğu günden beri tek bir milim bile oynamadığının kanıtıyla karşı karşıyasınız demektir.

Kaynak:Hürriyet

CUMANIZ MÜBAREK OLA...
posted by suveyda @ Permalink ¤12:04 AM  
10 Comments:
  • At 8:44 AM, Anonymous Anonymous said…

    hayırlı cumalar süveyda
    çivi kulanılmadan nasıl durmus ki dimi ilginç yawalt alta üst üste tahtalar

     
  • At 8:57 AM, Blogger berra said…

    hayırlı cumalar
    Merak ettim doğrusu anlattığın camiyi.İnşallah bir gün görmek kısmet olur.Özellikle o ahşap kapıdaki ince işçiliğe hayran kaldım...

     
  • At 10:26 AM, Anonymous Anonymous said…

    Bugün Cuma
    Hayırlı bir gün
    Hayırlı bir günde hayırlı bir iş yapıp çok güzel ve ilginç sanat harikası bir tarihi eseri tanıtmışsınız tebrik ederim
    Gününüz mübarek olsun yarınlarınız sağlık ve sadetlerle dolsun

     
  • At 10:38 AM, Anonymous Anonymous said…

    Bugün Cuma
    Hayırlı bir gün
    Hayırlı bir günde hayırlı bir iş yapıp çok güzel ve ilginç sanat harikası bir tarihi eseri tanıtmışsınız tebrik ederim
    Gününüz mübarek olsun yarınlarınız sağlık ve saadelerle dolsun

     
  • At 10:40 AM, Anonymous Anonymous said…

    Bonuslu bir yazı oldu ya neyse Cumanın bereketine sayalım

     
  • At 3:34 PM, Anonymous Anonymous said…

    Hayırlı cumalar Suveyda,

    Atalarımızın sanatına hayran olmamak elde değil.Batılılar taşı yontup heykel yapmak suretiyle "şekil" vermişler fakat bizim atalarımız taşa, tahtaya ve toprağa hem şekil, hem de ruh vermişler. Sanatlarına inançlarını ve duygularını da katmışlar. Onun için tahtalar ele, taşlar başbaşa vererek camiler, mescitler, kümbetler, kemerler, köprüler meydana getirmişler,yıllara meydan okuyarak ayakta dimdik durmaktadırlar. Bugün neden böyle eserler meydana gelmiyor diye düşünürken, sanatçılarımızdaki bu ruh eksikliğini görüyoruz.
    Ruhsuz sanatçıdan ruhlu bir sanat meydana gelmiyor.
    Atalarımızı rahmetle anıyor, onların şefaatine mazhar olmayı diliyoruz.

     
  • At 10:50 PM, Anonymous Anonymous said…

    kapıyı görünce aklıma "sabır" kelimesi geliyor. fakat dürüst olmak gerekirse bu kapıda ruh göremiyorum.
    ilginç bir not restorasyon yapınca yüzyıllardır solmayan süslemeler kararmaya başlamış.

     
  • At 11:59 PM, Blogger suveyda said…

    kayhan,
    sanada kayhan,
    ben şöyle düşündüm kayhan, sanki öylede duruyor gibi.şimdi ellerini kaldırıyorsun yukarı doğru.birbirlerine kenetliyorsun.işte şekil bu.
    bence:)



    berra,
    şimdi "gezen mi çok bilir, okuyan mı çok bilir" tartışmasına meyil vermeden diyebilirim ki,bende görmedim, herşeyi görmek mümkünde olmuyor ama bilmek güzel berracım.
    umarım bir gün yerinde görme şansınada erişiriz.




    mehmet bey,
    görünce çok beğendim bende.burda kalıcı olmasını istedim.
    bide üzüm üzüme baka baka kararır, olsun bonuslu:))



    gönül pınarı,
    sanırım geçenlerde idi.dünyayı gezen bir yazar vardı.dünyada pek çok yer gezmiş, görmüş hem kültürlerini inceliyor hem de dünya da tanıtım ve eleştiri yapıyordu.ismini hatırlamayadım şimdi.istanbula ikinci gelişiydi.istanbula hayran kalıp şöyle diyordu: "istanbulda yapılar, eski sanat eserleri muhteşem, hayran kalmamak elde değil, bunların en iyi şekilde korunması lazım.bir yandan teknoloji bütün hızıyla gelişirken, bu kültür öldürürülmemeli"
    haklıydı adamcağız.onun gördüğünü bizde görebilmeliyiz.ki gördüklerimiz sadece yapı değil, bir ömür izleri var üzerinde.




    masuda,
    sabırı çağrıştırması güzel masuda.
    beklemek, sabırla içinden açılmasını istemek olabilir mi?
    hatta ödüllü bir resim vardı böyle, içerden açılmadığı sürece dışardan giremeyeceğimiz şeklinde yorumlanan.onu aklıma getirdin sende.
    kararma konusuda çok ilginç demi.belkide restorasyona gerekmiyordur.böyle de kendini koruyabiliyordur.

    benim için bazı durumlarda hissetmek bilmekten geçiyor.demek sen farklı hissedebiliyon masuda.

     
  • At 5:29 AM, Blogger bahar said…

    merhaba suveyda, cok tatli bir blogun var , bu yaziyi gundeme getirdigin icin tesekkurler, boyle guzel eserlerimizi bu vesileyle ogreniyoruz... haberi yapan gazetecinin de eline saglik...

     
  • At 10:29 AM, Blogger suveyda said…

    baharcığım hoşgeldin.
    teşekkür ederim güzel iltifatın için:)
    senin bloğunuda ben görmüştüm, okumuştum, seninde pek aşağı kalır yanın yok ama:)
    her zaman beklerim.

     
Post a Comment
<< Home
 
 

about me
gelirsin gidersin dostumsun, gelmezsin gitmezsin neyimsin
Udah Lewat
Archives
Dua
Allah’ım, Sana tutunuyorum, Kimsenin yere atmasına izin verme beni. (Sadi)
Martı

“Yaşamak için ne çok sebep var,” diye düşünüyor uçmanın anlamına vardıkça. Kabiliyetlerinin sınırlarını aşmak, onu yaşatan en büyük sebep. Onun için balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka sebepler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz. Becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi hür olabiliriz!

Böyledir

Başkasını kıran, inciten bir insanın kendisi de bundan mutlaka yara alır.Kötülüğün oku mutlaka geri döner

Budur

Ne gökte, ne denizde, ne dağların içinde, ne de ormanların kuytu bir köşesinde, hiçbir yer yoktur ki, insan yaptığı fenalıktan, karşılığını görmeden, kurtulup sıyrılabilsin

Arkadaşlar
Designed-By

Visit Me Klik It
Credite
15n41n1